Salı, Temmuz 19, 2005

bir anti-depresan olarak makasın icadı

hani bazen bir cümleyi evde unuturuz ya; gelince kapı açılmaz. çilingirler edebiyattan anlamaz. edebiyattan kimse anlamaz işin aslı. anlayanlar çoktan ölmüştür ve anlayacak olanlar da muhakkak ölmelidir. ama ölmeler çeşit çeşittir. ve hangisinin anlayış gerektirdiği bilinmez. hayır ben kelime oyunu yapmıyorum (yine). bir elbiseyi belinden daraltmak gibi bazı cümleleri ortasından kesmek gerekir. pek çok cümlenin başı ve sonu kafidir aslında. ama hiç nedensiz düzinelerce kelime sokuşturulur aralara -bunun gibi-. ya da yıllar öncesinin ajandasına baktığımızda hissettiğimiz düş kırıklığıdır kayıp cümlelerimiz. tüm eski defterler, yeni cümleleri yutan birer kara deliktir.. belki de hiç alakası yoktur.. sadece canım sıkkındır. canımı sıkan şeyi ilk defa somutlaştırabilmişimdir. ama bu beni daha da kötü hissettirmekten başka bir işe yaramamıştır.. ve galba -tır, -tir, -dır, -dir ile biten bütün cümleler hatalıdır -bunun gibi-..

her neyse.. büyük harf kullanmadığım için galiba, hiçbir satırbaşını haketmiyormuşum gibi hissediyorum.. ben nedense hiçbir şey haketmiyorum.. hiç yoktan yok oluyorum.. bir filmin en orta yerinde mesela ya da bir telefon konuşmasında.. sonra bir amerikan arabasının sağ ön koltuğunda dank ediyor hayat; dikiz aynasına bakarken: "objects in the mirror are closer than they appear".. her şey göründüğünden daha yakındı ve benim bunu anlamam 23 senemi almıştı.. hem de bir başkasının arabasında.. emniyet kemerim biraz daha sıktı, radyodaki şarkı biraz daha anlamsızlaştı sonra birden kırmızı ışık yandı.. ani fren yapıldı.. tam yakalamıştım hayata dair bir şeyler, o ani frenle tekrar kalabalığa karıştı.. bir ben karışamadım o "kahrolası" kalabalığa.. ne zaman karışsam hep bir yanım daha uzak kaldı.. neyse ki pek çok sefer olduğu gibi bu sefer de alınabilecek en çok hasarla olay yerini terk edip, eve dönüp, bulduğum ilk makasla bulduğum ilk şeyi keserek sakinleşebildim.. ama bu sefer saçımdan önce başka şeyler gelebildi aklıma.. bir kadın dergisi, bir kartpostal, bir afiş, bir konser davetiyesi.. vs..

neyse; ben cümlemi unuttum, onu söyleyecektim, her zamanki gibi lafı uzattım. ama eve dönüş yolunda kaybolmak sanıldığı kadar kötü bir şey değilmiş..

Pazartesi, Temmuz 11, 2005

a sorta fairytale

son anda olur ya bazen bazı şeyler.. mesela ufak yaşamınızın size çok kocaman görünen pek çok yerinde.. hayır, yine beceremedim.. benim bir kelime doktoruna görünmem lazım.. ne demek istesem, demek istemediklerim çıkıyor ağzımdan. şöyle ki; aslında en iyisi bodoslama girmektir mevzuya.. çünkü bazı virajları alacak kadar manevra yeteneği yoktur pazartesi sabahlarının.. bu sabah da öyle bir sabah.. dün gece tori amos'u canlı izleme, dinleme, dinlerken hafiften gözleri buğulandırma, hatta düpedüz ağlama, ağlamama, gülümseme, hafif ürperme, esen rüzgarda biraz titreme gibi eylemler gerçekleştirdim.. ve evet ufak yaşamımın kocaman bir ayrıntısıydı.. bulut gibi çıktı sahneye.. zaten sesinde de bir kümülüs bulutu ya da binlerce ipek böceği olduğundan, pek çok kereler olduğu gibi yine gercek olamayacak kadar hayaldi.. böyle anlatınca sanki iyi olmuyor.. birinin dediği gibi anlatmasam beni yok ediyor, anlatsam ben onu.. yine de anlatmazsam benim değilmiş gibi... hani bir kitapta bir filozof diyordu ya, kimseye bildirmediğin sevgi uzak mı uzak bir yerde sahip olduğun tarla gibidir.. işte ben de şimdi yaşadıklarım benim olsun, başkasının hayatından kesitler olarak hatırlamayayim diye anlatıyorum galba.. aslında bütün kelimeler topallıyor.. diyecektim ki, beşinci sırada, tam onun hizasındaydım.. ve bana bakarak söylediği için şarkıların pek çok kısmını içime işledi tınıları.. evet evet böyle diyecektim.. çünkü yaşanmış olanın imkansızlığı yaşandığının kanıtlanmasını şart koşar.. ne ki kanıtım beş para etmiyor.. telefonum pek çok özellikten yoksun olduğundan belki.. uzansam tutacaktım elini, oysa fotorafın azizliğine bakın.. bir yaz gecesi rüyası idi.. ve düşünüldüğünün aksine onun şarkıları insanın içini ısıtmıyor, bir bütün kılmıyor.. aksine buz kesiyor içiniz, sonra birden paramparça oluyor.. ama hep unutulmuş olan, bu parçalanmanın kötü bir şey olmadığı.. ara sıra evimizi yaksak kötü mü? işte onun sesi de, piyanosunun zarafeti gibi, belli etmeden yaralıyor insanı.. en derinine inebilsin diye herkes.. sanıldığından daha çok cesater istiyor. ben çoğu zaman bulamıyorum o cesareti. ondan ağlıyorum galba.. her neyse.. ağlamak utanılacak bir şey değil.. ağlayamamakten korkmalı insan.. hiç ağlamamış, hiç de ağlayamayacak olmaktan. içine giden tüm tali yolları es geçmekten, otoyollarda hız yapmaktan.. hatırlandığında yaşandığı an kadar acı veren şeyler yaşayıp da bunun ayrımında olmamaktan; ne o zaman ne hatırlarken hissetmemekten.. dahası hiç bir zaman hissedememekten.. yoksa ağlamak cennetten indirilmiş olmalı bize.. ağlarken masumlaşmak, beş yaşında gibi dünyayı omuzlanmak isterken dünyanın altında kalmak.. çocukça şeyler cesaret ve cehalet gerektirdiği için... ve ağlamak azalmak olduğu için.. ve az hep daha çok olduğu için..




peri masalları gerçektir belki..

Perşembe, Temmuz 07, 2005

pazartesi sabahı gibi kekre


"will the world end in the night time ?

or will the world end in the day time ?

and is there any point ever having children ? "

küçükken de bu kadar zor muydu hayat merak ediyorum.. ben aslında hiç büyümemek istiyordum, başaramadım her zamanki gibi.. küçükken de çok büyükmüşüm.. öyle der annem.. 9 aylıkken konuşup, 9buçuk aylıkken yürümek iyi bir şey değil.. büyükken de küçük olmam bundandır sanıyorum sayın yargıç. evet ben sırtımda kocaman kelebek kanatlarıyla yürüyorum bazen. hayır düşündüğünüzün aksine tavrım protest değil.. sadece çevre bana hiçbir şey ifade etmiyor. düşünceleri de. yüzüme bakıp gülerler mi diye endişelenmiyorum.. endişelenecek çok daha başka şeyler var.. ama hayır bahsetmeyeceğim.. ben aslında çocukluğumdan bahsedecektim, vazgeçtim.. herkesin çocukluğu aynıdır çünkü.. yeterince çocuk kalabilsek anlayabiliriz aslında bunu ama malesef acele büyürüz. çok acele. evlere servisi var bu büyümenin, bazı aileler daha erken sipariş veriyor sanırım.. ben de onlardanım hiç şüphesiz..

ne kadar büyürsem o kadar küçülüyor içim.. dün sabah yine küçücük hissettim kendimi. uyandım ama keşke daha çok uyuyabilsem dedim içimden.. hatta öyle bir imrendim ki kış uykusuna yatan hayvanlara.. pijamamı çıkarmadığım 8763. gün olarak tarihe gecti.. başka da bir şey olmadı.. sabahtan akşama mektup yazdım.. sanırım yollanmayacak o da.. hep aynısı oluyor çünkü.. yazdığım ya da yaptığım her şey birden öylesine aptalca görünüyor ki gözüme.. hemen bana ait her şeyden kurtulmak istiyorum.. yapmıştım bu kurtuluşlardan defalarca.. bir yaz tüm yazdıklarımdan, bir kış saçımın 4'te 3'ünden.. ve her bahar da baharı unutturacak şeylerden.. yani hani vardır öyle şeyler.. pazartesi sabahı gibidir tatları.. güzel olduğunun ayrımına varan her şey gibi bahar da her yıl biraz daha kısa sürer.. yaseminler her yıl biraz daha az kokar ve aşka dair ne varsa her yıl biraz daha kabuğuna gömülür.. ben ne anlarım ki zaten aşktan? tek bildiğim sek içildiği..

neyse.. yine bir depresyon başlangıcı gibi tınlıyor yazdılarım.. ve hangi vedanın dönüşü var acaba? daha iyisini hakketmediğim için hep daha azından şikayetçi olan ben, lu-aklı bir karış havada-la, şimdi burada bir daha sızlanmama sözü vermek istiyorum.. iyi de bu sözü kime veriyorum? reyhan var galiba, okuyor olabilir.. kardeşlerine mandalina demeyi bile şiir gibi öğreten, pek tabi kendi de yürüyebilen bir şiir olan güzel arkadaşım.. bir gün kardeşlerin büyümemenin ne büyük lütuf olduğunu anlayacak.. umarım hala yaşıyor oluruz.. ve umarım cehennemde de çiçekler açıyordur..