Çarşamba, Şubat 22, 2006

babanızla barışmak için 2'ye basın

- yapı krediye hoşgeldiniz... kredi kartı için 8'e bilmemne için 1'e..
- dııt
- şunun için bire, bunun için ikiye..
- dııt
- ödeme için bire, hesap bildirimi için ikiye..
- dııt
...... aaaAA! bağlanmıyor bir yere.. sonra kardeşim üstün zekasıyla bana yol gösteriyor.. kayıp ve çalıntı için olana bas.. ordan müşteri temsilcisi çıkar..
dediğini yapıyorum. çıkıyor da temsilci. ama kulaklarından dumanlar çıkan kadın, yanlış yerdesiniz. tekrar menüye dönün diye azarlıyor beni.. ben de kardeşimi.. başa döndük iyi mi?
- yapı krediye hoşgeldiniz.. blah blah..
- dııt
- ....
- dııt
- görüşmeniz kayıt edilecektir, kabul ediyorsanız bire etmiyorsanız ikiye basın.
- dııt
- tüm müşteri temsilcilerimiz meşgul..
- (berbat bir müzikle sıkılmalar)
- iyi geceler, ben bilmemne nasıl yardımcı olabilir?
- merhaba, kredi kartımı bugün kullanamadım, yetersiz bakiye dedi kasada. nakit ödedim aldığım küpeleri. (seste hiç hoşuma gitmedi tonu)
- atm'den mi ödemiştiniz borcunuzu?
- işin aslı babam ödedi. yani ödemiş olmalı. biz 4-5 gündür konuşmuyoruz da. küsüm ben ona. (kardeşim benim deli olduğuma dair şeyler geveliyor)
- kart numaranızı alabilir miyim lula hanım?
- elbette..
- borcunuz ödenmemiş görünüyor lula hanım.
- ödenmemiş mi? nasıl? biliyorum onunla konuşmam için yapıyor bunu.. (incinmiş ses tonu)
- başka yardımcı olabileceğim bir konu var mı?
- hayır teşekkür ederim. (neden kapatmaya meyilli herkes telefonu suratıma?)
...
tanımıdağım biri bana babasıyla küs olduğunu anlatmak istese dinlerdim. bu hassas bir konu çünkü. şimdi camdan bakıyorum ona. yanında mustafa amca. siyah takım giymiş babam. beyaz gömlek. babama takım elbise çok yakışır. ama küs olduğum için bunu söylemek istemiyorum. beni üzdüğü için hatta, kot pantolon hiç yakışmaz babama demek istiyorum. nasılsa ikisini de duymuyor.
.
12:21. yanında lokum olmayan bir fincan türk kahvesi. bu yersiz editi kahve için mi yapıyorum bilemedim şimdi. belki ortadan biraz fazla şekeri için. dün walk the line'a gittik. aslında kardeşim başka filme gidelim dedi ama ben ısrarcıydım yine. berbat bir salonda izledik filmi seansı için. yine azar işittim. bu memlekette ters giden her şeyin sorumlusu benmişim gibi. elektrikler mi gitti, benim suçum.. ya da başka her şey.. filme girmeden evvel bir arkadaşım aradı. görüşebilir miyiz bugün dedi. 4 gibi gelebilir misin buraya? dedi. ben iptal ederim hastaları da dedi. tüm bunları derken ben düşünüyordum. -yine hindiliğim üstümdeydi- tamam, dedim, tamam, nişantaşına gelince ararım seni. aradım da. 4buçuk gibi geldi. üşüdüğüm için içeri geçmiştim o sırada ben. yarım saat rötar yaptığı için özür diledi. mühim değil dedim. pazar günü doğum günümdü, arkadaşlar ufak bir sürpriz hazırlamışlar. çıkmam gerek dedim, bari bir 10 dakka dur dediler dedi. o sırada ben, onu beklerken aldığım kitapları inceliyordum. elimde ahmet güntan'ın mahkeme kitap'ı vardı. iyi ki doğdun dedim. kitabı ona verdim. sever umarım. ve bunun dışında eve geldim, sıkıldım. gece snow falling on cedars'ı izleyecektik. ama ben yine sonuna dek uyanık durmayı beceremedim. parça bölük izlemekten nefret ederim aslında.. bu gece yine baştan izleyeceğim bakalım.. ve ablamı çok özledim.
hepsi bu.

Pazartesi, Şubat 20, 2006

veneer

saçım uzuyor. cefadan uzayan tırnak değil miydi? yine tepe taklak oldum ben.. içim kuzey kutbu. dışım yok zaten. saçtan ibaretim gibi. oysa sabah "bugün güzel geçecek" gibi hissetmiştim. güneş vardı. tül ya da perde kullanmam ben. teşhircilikten değil. ışık da kullanmıyorum doğru dürüst zaten. hiçbir şey kullanmamak gibi bir eğilimim var. en çok kettle ve uzaktan kumanda kullanıyorum. onu da beceremiyorum dersem güleceksiniz diye çekiniyorum. ama öyle. seksen tane kumanda var. hepsinde samsung yazıyor. hepsi de gri. babam bir kaçına kurşun kalemle not düşmüş benim için. "ses sistemi" ya da "kaydedici" gibi. boşuna ama. zaten bir şey kaydettiğim falan da yok. perec'in uyuyan adam'ı gibiyim bu ara. hiçbir şey bana ilişsin istemiyorum. kendimi de bir şeye iliştirdiğim yok zaten. tekrarda josé gonzález dinliyorum. bir dönme dolabın aynı yerde durması gibi aklım. hep aynı yerde duraklıyor. sonra başa sarıyor. saklandığı yerden ağır aksak çıkıyor kaybettiğim şeyler. çıksınlar istemiyorum aslında. komik bir film açıyor kardeşim. gülmem gereken yerde hafif bir uyarı olsun istiyorum. o komedi dizilerindeki gibi. bana nerde güleceğimi hatırlatacak cinsten. gülmeyi unutmak istemiyorum. ama hatırlamak unutkanlara mahsus bir şey. saçım uzadıkça kısalıyor aklım, biliyorum. ama cesaret edemiyorum yine kesmeye. her kesişimde ferahlayacağımı sanıp daraldığım geliyor aklıma. ara vermek istiyorum. nerde kaldığımı bilmemek istiyorum. yıllar sonra doğduğu kasabaya dönen film yıldızları gibi olmak istiyorum. etrafta toz bulutları uçuşsun, çocukluğumdan geriye hiçbir şey kalmasın.. tek tük sallanan salıncaklar.. uçuşan tüller. çocukluğum zihnime gömülsün. ben bile açamayayım onu. çünkü ben her şeyden çok kendine zarar veren biriyim. çocukluğumu kendimden korumalıyım. hatırlarken bile bozabilirim. parçalayıp birleştirmeyebilirim. yarım bıraktığım her şey gibi onu da ortadan ikiye ayırıp, katladığım yerden yırtabilirim. yapıştırıcısı olmayan biriyim. olduğunda da kullanamayan.. acınası yazdığım her yazıda saçımı başımı yolma isteği duyuyorum. şimdiki gibi. acınmamak istiyorum ama elimde olmuyor galiba. herkeslerden önce ben kendime acıyorum. annemle babamla konuşmuyorum. 3 gün oldu sanırım. kimseyle konuştuğum yok işin aslı. buna rağmen, konuşmamama rağmen, yoruluyorum. bedenen.. ne tuhaf, diyorum. odamdan çıkmıyorum, hm hmm, ı ıh, belki.. den başka bir şey konuşmuyorum ama nasıl oluyorsa deli gibi yoruluyorum. uyumak geçiyor aklımdan sürekli. geçmediğinde de uyuyor oluyorum zaten. paragraf başı olacak bir şeyim olmaması da canımı sıkıyor. yoksa biliyorum nerde kullanılacağını. ama kötü bir şaka gibi hayatım. hiç boşluksuz bir sıkıntı. reklam arası istiyorum. o rengarenk topların yokuş aşağı yuvarlandığı.. evet o reklamdan istiyorum hayatıma. hem de hemen..
.
boşluğa bırakmak istiyorum kendimi.

Cuma, Şubat 17, 2006

nazenin tiryaki

iş görüşmesi mağduru sanıyordum kendimi. meğer ben galebe çalacağım bir işe başvurmamışım hiç.. ama makus kaderim değişecek.. öyle umuyorum ben en azından. yeğenime nasıl küfredeceğini öğreten ablama gülerken, yeri geldiğinde en afilisinden küfür etmeyi ben de istiyorum. sonra belki başka şeyler, sade dondurmanın yanında türk kahvesi; güzel bir filmin ardından uzun bir yürüyüş... basit istekler gibiyse de basit insanlardan kaçabiliyorlar.
.
- nerden buluyorsun böyle tipleri..?
- seni bulduğum yerden..
- ...
- sen normal mi sanıyorsun yoksa kendini?
- ..?.
.
geçen gün dişçimden çıkışta ablamı aradım, buluşalım akmerkezde dedim. epey nazlandı. kar var evde dursam dedi. ben ama ısrarkeşim, söz dinlemem.. hadi lütfen diye bastırdım sol açıktan.. geldi nihayet. yukarda oturduk. ben bu sezonun sekizinci çizmesini aldıktan sonra. çay içtik. yarı ingiliz artık benim ablam.. bulsa süt de katardı çayına.. hem ben ona ilk kez nasıl sigara içtiğimi anlatıyordum. bu benim ifşa etmediğim bir sırrımdı. ama ablama anlatmadağım hiçbir şeyim olmadığı için, a bu arada abla demem ben ona günlük hayatta, burda dediğime bakmayın.. çantasından ince zarif bir kutu çıkardı benim ifşa etmediği dağlar kadar sırrı olan ablam.. tütünü incecik saracak sandım kağıda.. yapmadı. hazır sarılmış bir şey çıkardı. buyur iç dedi. sonra boğulmamı keyifle izledi.. başımı döndürmemi.. tüm amatörlüğüm kayıtlara geçti Allah'ım. ben ne beceriksiz bir tiryakiydim.. hiç zevk almıyorum diyerek tiryaki olacağım galiba dedim.. tuhafsın dedi. elime yakıştırabilen ama içime çekerken gözlerimi döndüren ben, işte tam o masada bu işi hiçbir zaman kotaramayacağımı anladım.. ablam beceriyor ama.. ya da anlamadığım için bana öyle geliyor.. neyse işte.. sizin için dişçimin bekleme odasından bir fotoraf çektim. o fransız lisesine bakan odası dişçimin.. pek çok sefer beklerken camından baktığım.. pembeydi eskiden bu okul.. gereksiz ayrıntılar bunlar.
.
- pek bir nazenin duruyorsun, gazetede çalışmak için çok yırtık olmak gerekir..
- ...

Cumartesi, Şubat 11, 2006

siyah beyaz



siyah : "bu kadar basitmiş demek.. karanlıkta seçilemediğim içinmiş.. yani karanlıktan korksaymışım bütün bunlar farklı olacakmış.. " *

beyaz : "ne kadar büyürsem o kadar küçülüyor içim.." *

Çarşamba, Şubat 08, 2006

saçmalıyorum muntazaman

malumunuz ablam döndü adadan. eli kolu hikaye, çantası kitap, bavulu sidi dolu. aklı da fena halde karışık ama çaktırmamaya çalışıyor. benden kaçmaz ama, bilemiyor. bir de utanmadan jet-lag ayağına yatıyor.. gece ayakta, gündüz uykuda takılıyor. seviyorum onu, efendi de davranıyor.. aramızda kimselerin anlamadığı bir dil oluşturduk sanıyorum.. hiç nedensiz durup dururken, mırıl mırıl zeynep'in yol boyunca dinlediği şarkıyı seslendiriyorum diyelim; "caddede yürüyorum, kolumda kadınlar.." herkesler susarken o gülüyor. ben de kopuyorum elbette. böyle miydi emin bile değilim şarkıdan.. ama komik işte. tek başına anlamsız, birleşince daha da anlamsız olan insanlarız biz.. evet, en çok da neye güldüğümüzü kendimiz bile bilmezken. bu sabah ona ben clap your hands say yeah! çaldım. uyansın, güneş saklıysa bile bulsun onu diye.. buldu mu? hayır. tekrar uyudu uyanınca. kahve ve sigarayı izleyecektik aslında. her neyse..
.
bunun dışında başka şeyler de oluyor. saçım uzuyor mesela. sanırım en çok dün uzadı, ya da bana öyle geliyor. niyeyse bu sabah çok uzun göründü gözüme. camdan ne zaman dışarı baksam bir pizza hut, bir kebapçı, bir bilmemneci motorsikleti kayda kıvranıyor.. evden çıkmayanlar için birilerinin dışarı çıkması biraz haksızlık gibi geliyor. atın buzluğunuza, ısıtın sonra diyesim de geliyor.. bana gelen gitmiyor zaten. tam da ben bunları düşünürken zil çalıyor. komşu. annem sesleniyor. pijamalıyım oysa ben, ayıp olmaz mı böyle çıkmak diye düşünüyorum ama üstümü değiştirecek kıvamda da olmadığımdan susuyorum. ..ve sayın seyirciler ben şimdi bir süreliğine gidiyorum. kısır yemek isteyen kaleye mum mu ne diksin.. öyle bir şey işte..
.
geldim. üç ince belliden, üç de fincandan içtiğim çayların acısı gece çıkar sanıyorum. uykusuzluk olarak geri döner bana sek içtiğim çaylar. bu gece de böyle olursa diye tedarikliyim. kitaplarımı, müziklerimi ve beslenme çantamı yanıma aldım. ah elbette bir şişe de su. acil durumlar için bunlardır lazım olan bana. cümlelerimin devrikliği canınızı sıkıyor mu? bazen sıkıyor benimkini. ama ben bile engel olamıyorum. vaktinde çok dalga geçtiğim için ablamla böyle oldum. o ne zaman bir cümle kuracak olsa amuda kalkardı kelimler. işte ben de aynen onun gibi oldum. her çocuk annesinin hayal gücüdür biraz demişti bir şair. ben anneme erişemeden ablamda takılı kalmışım. onun cümlelerine öykünmüş cümlelerim. başı sonunda ikamet eden.. yine de sevin onları olur mu?
.
çok şükür yarın okul varmış. bu benim ne işime yarayacak bilmiyorum ama çok sevindim. böyle sebepsiz sevindiğim başka şeyler de var. ne gördüğümü hatırlamadığım ama güzel olduğunu bildiğim bir rüyayı görmüş olmak gibi.. sürmenaj olacaksın derdi babam bu kadar art arda aynı parçayı dinlediğmi duysa.. böyle şeyler işte. şu sıra odam kelimenin tam anlamıyla savaş alanı. ablamın dolabına feci şekilde yerleşen ben, o geldi diye kendi odama transfer etmeye çalıştığım eşyalarımla karikatür gibi kaldım.. sığmıyorlar. çantalar, paltolar, gelinlik ve hatta kaftanlar... odamın içi modern bir bit pazarı. fotorafını çekmeye utandım; o derece yıkıcı.. görüntüsü bile.. bu sebeple sağda solda, salonda mutfakta takılıyorum. odamı da belirsiz bir gelecekte toplamaya söz veriyorum.. bu lafı söylemek için hiçbir fırsatı kaçırmayan annem odamın önünden her geçişinde: "evlensen sen artık, bu eve sığmıyorsun.. bana da fenalık geldi senin eşyalarından.. 12 kapılı bir dolap lazım sana.." ve daha bir dolu saçma söz.. annemin cümlelerindeki devriklik yapıdan değil anlamdan kaynaklıymış, şimdi anladım. işime yaramayacak bir bilgiyi daha gün ışığına çıkarmanın mutluluğuyla noktalıyorum yazımı.
hoşça kalın.
hoşça kalalım.
ne mutlu türküm diyene..

Salı, Şubat 07, 2006

don't worry, we're in no hurry

tatil dediğin bunun gibi bir şeydir sanırım. uyumakla, müzik dinlemekle, kahve yapıp fal baktırmakla, kız çocuklarıyla konuşmakla falan geçer. arada kayılır da. kayarken düşülebilinir bile.. bunun dışında yolculuklar genelde iyidir. yani yolda geçen süreden bahsediyorum. konuşmamakla, beyaz ve kesik çizgileri saymakla geçen süre. hem anlatacak bir şey yoktu belki de. şimdi düşündüm, aklıma bir şey gelmiyor. genel olarak sıkıldım çünkü. babamın arkadaşlarının ailelerinden oluşan kafilede yaşıma yaşı en yakın olan çocuk 8 yaş küçüktü benden. ve kendisi ben yolda mızmızlanmaya "ya bavuldan bir kaç sidimi alabilir miyim?" diye anneme seslenmeme; tüm iyi niyetiyle beyonce sidisini uzatıp, "ege çubukçu da var dilersen.." cevabını vermişti.. gülümseyip, "teşekkürler zeynep ya, biraz bir şey dinlemeyeyim, beynim dönmesin" diyebilmiştim.. işe yaradı mı? hayır. neyse, bunlar sıkıcı mevzular.. ben sıkıcı biriyim. seksen kere dedikten sonra bu lafı eğlenceli olmama imkan yok zaten..
.
.
.
belki daha sonra nokta nokta nokta