Perşembe, Eylül 28, 2006

152

babamın karşısındaki koltuğa oturup ağlamak istiyorum. hiç durmadan ne kadar ağlayabilirim görsün istiyorum. beni incitirse inci inci dökülür göz yaşlarım, bilsin istiyorum. ondan olduğum halde bana yabancı durduğunu hissetsin istiyorum. istiyorum ki, bana baktığında... üff. susmak istiyorum.

verily

burda bir orta yaşlı amca var. belki abidir, ama ben amca demeye meyyalim. bu sabah ona çok özendim. belki yarın geçer. (1o:52)

mükremin'le sabah keyfi

mükremin’le oynaşıyorduk sabah. daha doğrusu benim kendisine bir yakınlığım olmadı ilk etapta. son etapta ise aldım babayı, tabiri caizse zekeriya hocam. şöyle oldu: leyla beni yatağından kovdu, bir daha benim yatağımda sızma dedi, ben de sinirle kendi yatağıma yollandım, sonra da uyanamadım. böylece işe geç kaldım. babam ben bırakırım dedi. aşağı indim, kapının önüne. baktım mükremin uzaktan kırıtarak geliyor, belli ki canı oyun istiyor.. ben de pek ses etmedim. başladı beni baştan çıkarmaya. ayağıma ayağıma sürtünüyor namussuz. ben git dedikçe yanaşıyor. bak mükremin sevip okşayamam şimdi seni diyorum, dinlemiyor. baktım vazgeçmiyor, birkaç manevrayla gönlünü alayım dedim. iki sağ bir sol yaptım ayağımla. o da neşeden yarılarak oynuyordu, ama ne olduysa leyla'nın camdan bana seslenmesiyle oldu. ne var diye başımı kaldırınca mükremin ayağıma, can acıtmayan ama iç burkan bir hamleyle karşılık verdi. işte böyle oldu sevgili okurum. sonra bütün gün o çorapla dolandım. giderek büyüdü kaçığı.. pek belli olmuyor sanıyordum ama sevgi yine yapacağını yaptı ve "niye çıkarıp atmıyorsun şunu?" demeyi başardı. böyle anlaşıyoruz biz sevgiyle.. hafif yollu kızarak birbirimize..

Cumartesi, Eylül 23, 2006

48

saçımı nasıl kestireyim diye sordum nara: "uçlarından mı aldırayım biraz, yoksa sadece uçları mı kalsın başımda?" nar gayet makûl, "hem açık, hem toplu kullanabil" dedi. canı sıkılınca soluğu berberde alan kadınlardan değilim, saçım hiç yeşermedi benim. o çok sevdiğim kızıla bile hiç boyatmadım saçımı. yani bugün tepem attı diye aniden gitmedim kuaföre, onu demek istiyorum sabahtan beri. leyla iki üç gündür gidelim diyordu o yüzden. neyse, konuyu dağıtan toplar, bulaşıkları da makineye dizer. geldim kuaföre, kestirmek istiyorum ama boyu konusunda kararsızım dedim. o da her zamanki gibi saçıma uzun uzun baktıktan sonra "sadece kırıkları alalım" dedi. hep bunu diyor. benim gibi saçı olmasını isteyen ne çok kadın varmış, bir bilseymişim... saçıma bir bakım kürü falan da uyguladı sağolsun. adam olmaz bunlar dedim ama dinlemedi. herneyse, ne diyordum, evet, kuaföre ne kadar sık giderse o kadar az depresyona girer bence bir kadın. ben mesela hiç aklımda yokken kendimi bakım kürü, manikür, pedikür içinde buldum. elim sudaykan kadın sordu, "küt mü olsun?" "bilmem... epeydir ilgilenmiyorum kendimle.. nasıl isterseniz öyle olsun". "ama çok güzelsiniz" ne demek istedi bilemedim ama üstlemedim de anlamak için fazla. herkese aynı şeyi söylediğini bildim zira. hiç bakmasam bile kendime güzelim, ama yine de haftada üç kez kuaföre gelmeliyim, değil mi? bunu demek istemediniz mi bayan? evet, evet, gördüm sizin saçınız da kıvırcık, ama benimkiler daha alımlı öyle değil mi? kadınlar sıraya giriyorlar saçlarını benimki gibi yapabilmek için... ne? kızıl mı? elbette, neden yakışmasın ki bana? yok kaşlarım komik durmaz, biraz boya oraya da sürülür nasılsa. niye olmasın ki, hem öyle orta yaş kızılı değil o, soğan kabuğu renginde. ve çillerim olmasına da gerek yok. tabii tabii emin olabilirim. neden yarın gelmiyorum mesela? gerekirse açılır dükkan. öyle 15 günde bir gelmeme de gerek yok dip boyası için. kim söylediyse uydurmuş olmalı bana. tabii, saçımın sağlığı güzelliğinden daha önemli. sahi bayan, siz hiç bilebilir miydiniz ki, ben bu saça moser dayadığımda sizden boyca kısa ve fakat ruhça acımasızdım da. ama geçelim bunları değil mi? geçelim ve hiiç dönmeyelim. yok ben sigara içmiyorum ama varsa çay alayım mı? olur, biskrem de olur yanında. ne renk mi oje olsun ellerimde? ayaklarımdakiyle aynı mümkünse. evet, ondan, 48 işte.

oh be!

sussususususususususususussususususuusus. biri benim yerime ana avrat düz gidebilir mi?

Perşembe, Eylül 21, 2006

eksik etek

"evet madam,
deliyim ben,
yüreğini 4. harekete
ayarlamış bir serseri
ani iniş çıkışlar yapan bir uçak
cezbeye düşmüş bir meczup
size yaklaşmaya çalışan bir dilenci
günahlarını affettirmeye çalışan
serseri bir yunus
kalp şeklindeki bütün pırlanta kolyelerini
kaybetmiş bir maşuk
hatta bir maşuk bile değil
hatta belki o bile değil
varolduğumuzu sanıyoruz çünkü
yani ki hep bir genel prova acemisi
acem'den gelen ipekleriyle övünen bir eksik etek, bir yarım akıl,
evet, hizmetçinizim sizin
ve ciyerlerimden hastayım."

Salı, Eylül 19, 2006

barca dedi ki

"kurumları bitiren bir şey varsa, o da toplantıdır herhalde."

m.

"Gözlerimizi kapadığımızda dünya yok olmuyor değil mi? Ah evet evet, bunu bir yerlerden hatırlıyorum! Hemen öncesinde Erkengöçergillerden Kirkor Amca "Ne yaparsan yap, Bay Pişmanlık'a merhaba dersin." buyurmuş olup, pek tabii, zaman kavramının tam olarak neresinde bulunduğumuz da tespit edilebilmiştir başka bir koordinatta. Evet, ben karamsarım ve yanıtların hepsi elimde sayın dünyalılar! Ama, gerçekten, soru neydi?
Bu bilinmezin arayışı içinde ömür tüketen siz değerli maceraperestlerimize Joo Janta marka Tehlike-hassasiyetli Güneş Gözlükleri firmamızın hediyesidir. Tehlike anında etrafınızı zifiri karanlığa gömen gözlüklerinizle konforun tadını doyasıya yaşayacaksınız. Bunun salakça bir dehanın ürünü olduğundan dem vuranlar bile içten içe size olan hayranlıklarını gizleyemecektir ki herkesin bildiği gibi gidişinize kızlar, duruşunuza yollar hastadır. Ne diyorduk? Evet, Ben karamsarım!"

Pazartesi, Eylül 18, 2006

de(li)lik

"tam tepende gökkuşağı var!" dedi bana bugün r. o 13 adımı atıp cama gittim. gökkuşağını görünce derin bir iç çektim. hızımı alamayıp dışarı koşsam ya dedim. ama tuttum kendimi. burası ciddi bir kurum, en ciddiyetsiz elemanı ben olsam da. masama döndüm sonra. aniden kafamda canlandı dün gece gördüğüm rüya. ben gelişigüzel ateş açıyordum sağa sola. elimde bir tabanca, bomboş bir odayı mermilerle dolduruyordum. deli miyim neyim dedim içimden, dışımdansa "poligona gideceğim ben, benle gelmek ister misin sevgi?" dedim. sevgi oralı olmadı. güldü sadece. çaycı bana çay getirdi. ben sustum, sevgi ciddileşti. delilik dedim, hangi delikten başlar kemirmeye bizi?

Pazar, Eylül 17, 2006

üzgünüm

Sevdiğim insanlara karşı kendimi suçlu hissetmek istemiyorum. Sevdiğim insanlara karşı kendimi suçlu hissetmek iste- miyorum. Sevdiğim insanlara karşı kendimi suçlu hissetmek istemiyorum. Sevdiğim insanlara karşı kendimi suçlu hissetmek istemiyorum. Sevdiğim insanlara karşı kendimi

2+2=5

Cuma, Eylül 15, 2006

hayat berbat

müslüm gürses dinliyorum ben. annem de sayemde depresyona girecek menopoz arefesinde. kulaklarına inanamıyor nicedir. önce bir algı hatası sanıyor, zeminde bir ithal müzik seziyor ama bildiğin müslüm işte.. kafasını kapıdan uzatıp, “ne dinliyorsun?” diyor. müslüm diyorum elimde kıyafetler, “hadi çık da değişeyim üstümü..” kendi gidiyor ama aklı odamda. “müslüm mü!?!” evet müslüm anne. hayat berbat ve ben ne hale geldim…

gel bu eli saymayalım..

bana uyar

Çarşamba, Eylül 13, 2006

sevgili günlük

coco

bazen, havalandırmadan sanırım, hafif bir esinti oluyor. o zaman parfümümün kokusu burnuma geliyor ya, işte bu çok hoşuma gidiyor.

Pazartesi, Eylül 11, 2006

kaldırım

seversem akreple yelkovanı, özlersem kumandayla koltuğu, küsersem pabuçlarımla kaldırımı öpüştürürüm hep.

ceza

gidersem geri dönemem, kalırsam tek ayak üstündeyim.

look better

biri diğerini severse

bir film izledim. içimden, biri diğerini severse görünmez bile olabiliyor dedim. kimse duymadı. ama ben parmak uçlarımdan başlayarak şeffaflaştım. aynaya doğru adım attım. arkamdaki camı, camın yanındaki kitaplığı, kitaplığın altındaki çiçeği, yatağımı ve bazen üzerine yattığım kilimi gördüm. kendimi göremedim ama bunun bir yanılsama olmasının kuvvetle muhtemel olduğu düşüncesiyle bunu önemsememeye gayret ettim. düşüncelerim de şeffaflaşırsa günün birinde, işte o zaman görünmez olurum diye geçirdim içimden. içim dışıma çıkarsa, dışım camdan kaçarsa...

sonra seni seviyorum dedi kadın, gülümseyerek...

Çarşamba, Eylül 06, 2006

Pazartesi, Eylül 04, 2006

ters köşe

geri dönüşümsüz olması, herhangi bir şeyin, çok acımasız tınlıyor ilk etapta kulağa. oysa her şey olması gerektiği gibi… okuyunca ağladığım bir hediyenin hep orada kalacağını düşünmek de bir çeşit bencillik nihayetinde. bencil olmak istemezdim belki, layığıyla isteyebilseydim şayet… ben evet, hep olmak istemediğimim… ama konu bu değil. konu her şeyin olması gerektiği gibi olması. gidecekse gider, kalacaksa yanındadır, gitmişse tutamamışsındır. bir suçlu varsa sahada, o elbette topa en yakın olandır. suçluyum ve günah çıkarmak kadar düşükçe bir şey olamaz. düşkün değilim ama düşünceliyim. buradan gidersem arkamdan ağlamayın.

Cumartesi, Eylül 02, 2006

kayıp kuğularım

"ah lula, kayıp kuğuların senin!
LM"
iyi ki doğdum, evet.

Cuma, Eylül 01, 2006

istasyon

"şaka nedir bilirim. ben palyaço balığıyım."
melvin, finding nemo
şaka nedir bilirim ve şaka tınlamayan şeyler oluyor bazen hayatımda. yaşlanmamla bir ilgisi yok. daha çok canımın sıkılmasıyla ilgisi var. yoksa bir cuma akşamı günlüğüme yazı yazmaktan daha mühim işlerim olurdu. arkadaşlarım gelirdi, ben giderdim, kimse gelmez ya da gitmezse topluca bir yerde buluşulurdu. ya da hiçbiri olmazdı ama ben böyle keyifsiz olmazdım. kendimi ucuz hissetmez, ağlayacak omuz aramazdım.. bir densizin lafını önemsemez kahveme daha az şeker atardım. yağmurun yağması hoşuma gider, edip cansever okurdum. kardeşimin boynuna sarılır, "iyi ki doğdum, iyi ki doğdum di mi?" diye şımarırdım. saate bakmaya tahammülüm olurdu ve belki ricky martin öldü diye üzülebilirdim bile.. tüm bunlar olabilirdi, evet. ama başıma gelmesini beklediğim şeyler treni hep kaçırır nedense.
...
mola sona erdi.