Pazar, Haziran 15, 2008

ne yapmalı beni?

yazacak şeyin bulunmadığı zamanlar oluyor. yine de bilgiyarın açılıp da tuşlarında parmakların gezindiği.. yazamayışın nedenleri çeşitli ama. mesela can sıkıntısı, mide bulantısı, kötü bir rüyanın mirası kafa karışıklığı.. hepsi gelgitli. havada uçuşuyor herşey önce. sonra kafamda. en son da midede. hay allah. çok aptal oldum ben. geçecek mi acaba? (hiçbir anlamı olmayan şeyleri yanyana dizersem ne olur acaba? kolyede güzel duruyor misal.) saçımı kestirdim. epey kısa. elifin tişörtü için kolları sıvadım. dün metrocity'nin önünden karşıya geçerken o koca caddenin ortasında yere kapandım. sağ ayağım ve sol avuç içimi yerden kaldıramadım. kan. kanın acıdan başka tanımının olmaması tuhaf geldi. bir kız yardım etti. hayır, leyla yanımda yoktu o sırada. simit sarayı vardı bir tane, lavabonuzu kullanabilir miyim, dedim. elbette, dedi adam. doğru, sadece lavaboyu kullandım. çünkü ben tuvalete lavabo diyen kızlardan hiç olmadım. önce elimi yıkadım. avucumdaki suyu enseme götürdüm. ferahladım. sonra kağıt mendille ayağımı temizledim. nasıl düştüğümü hala daha anlayamadım. annemi aradım. neredesin, dedim. trafikte sıkıştım kaldım, dedi. ben düştüm, dedim. panik halde, nasıl, nerde, şimdi nasılsın, gibi birbirine benzeyen ama asla aynı olmayan soruları bir çırpıda sordu. karşıdan karşıya geçerken, dedim. neee, dedi, caddede mi düştün? evet, dedim. birden yerde buldum kendimi. allah allah, dedi. iyi misin şimdi, de dedi. iyiyim, ben sadece çok üzgündüm, o yüzden aradım, dedim, iyiyim yoksa. tamam o zaman, dedi. tamam o zaman diye yineledim. yürümeye devam ettim. insanlar gözüme gözüme baktı. düşene bakılır mı hiç? ama akşam düşündüm ki, düştüğüm için değil, eyeliner için. çok yakışıyor bana dedim, bahriyeliye. güldü, biliyorum, dedi. ama düz yolda yürüyemiyorsam ne yapmalı beni? hmm, ne yapmalı..

Çarşamba, Haziran 04, 2008

pohpoh

"First of all, can I tell you that you look LOVELY! I mean it, absolutely beautiful. I am so proud of your success as a writer, journalist and women. I admire your courage and creativity and I'm glad you are pushing yourself forward. I wish I could have had the chance to get there myself, but you have a HUGE fan/friend in the states routing you on.
Keep it up.
Heather"

Pazar, Haziran 01, 2008

Pazartesi, Mayıs 26, 2008

lula est homo pro se

"kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne aldı, canının içini çekti."

Pazar, Nisan 27, 2008

davet

sizinle bir oyun oynayalım mı?

Çarşamba, Nisan 16, 2008

25.nisan.2008

allah kulunun ayaklarını alırsa kanat verir ona, diyor mevlana. amenna.

Salı, Nisan 08, 2008

bebek

ben küçükken leyla da küçüktü ve işte ikimiz de bir hayli salaktık. bir gün ben okuldan eve gelmiştim ve leyla henüz okula gidecek yaşta değildi. benim bir pahalı bebeğim vardı. yurt dışından mı gelmişti pek hatırlamıyorum ama epey güzeldi, onu hatırlıyorum. işte evimiz giriş katındaydı ve camdan içeriyi görmek mümkündü. eve girmeden evvel içeri bakmaksa gereksiz bir alışkanlıktı benim için diğer bütün alışkanlıklarım gibi. camdan baktım işte o gün de ve leyla bebeğimi tükenmez kalemle boyuyordu. koştur koştur eve girdim. leylayı tartakladım. daha doğrusu tartaklamaya çalıştım. ama diğer kızlar gibi saç çekmeyi, cimciklemeyi felan beceremezdim. ben genelde ağlardım ve ağlarken de güç gösteremediğimden karşımdaki beni tartaklamasın diye savunmaya geçerdim. kavgadan anladığım buydu benim, savunmaya geçmek. leyla beni bir güzel dövmüştü işte. üç yaş küçüktü benden ama maşallah elleri üç katı randımanlıydı benimkilerden. olan olmuştu işte.. hem bebekten olmuştum hem de moralden...

Pazar, Nisan 06, 2008

Cumartesi, Mart 29, 2008

jömapel lula

fransızca sınavında çuvalladım.

Pazartesi, Mart 24, 2008

kehanet

kendini gerçekleştiren kehanetlerle dolu hayatım. geçen gün işten ayrıldığımı sanan muhasebeci ve çaycının kehaneti belki, benim değil. işten ayrıldım..
yani, dedim teyzeme, teknik olarak ben patronu kovdum.. sonra günahımı dahi bırakmak istemediğim mekanda ne var ne yoksa topladım. sakinliğimi kaybettim ama aniden. deliler gibi ağlamaya başladım. serkan junior ve hüseyin tuhaf tuhaf baktı bana. yardımcı olacak bir şey yoktu. vazoda sarı erengüllerim vardı, en son onları sardım kağıda. avni beyle karşılaştım, borcumu ödeyip vedalaştım..

Cuma, Mart 21, 2008

nikki dies to

tabancayı başıma doğrultan takım elbiseli adama bakamadım. sımsıkı yumdum gözlerimi. insan ölürken ne düşünür, diye düşündüm. ama korkudan bir şey düşünemedim. ilk kez sıçrayarak uyandım hayatımda. ölümü anlamak üzereydim oysa. wittgenstein haklı galiba, ölüm yaşama dahil değil. başlı başına duruyor orada. anlamak için ölmek gerekiyor. bütün bunlar, siyah takım elbiseli adamlar, patlamış mısırlar ve tabancalar bir yana, adam silahını kafama dayadığında tok ve acımasız bir sesle, nikki dies to, dedi..
annem güldü bu rüyaya. derinliklerimle oynama dedim anneme, derinliklerimle oynama..

son ütücü

birden çok şey vardı. sadece kafamda değil elbette, masamda da. bütün bunlar halledilmeliydi. bense giderek kaybediyordum sahip olduğum heyecanı ve diğer şeyleri.. belirsizlik içimi kemiriyor, ne bugünü ne yarını ne de daha sonrayı düşleyebiliyordum. ne düşünürsem düşüneyim hep birden fazla yerde çuvallıyordum. canım burnumdaydı kısaca. canım bir hayli burnumdaydı. bilgisarayım arızalıydı bir de. ve işte patronu arayıp çıkıyorum dedim, neden, dedi. bilgisarayım bozuk, dedim. kafamsa daha bozuktu ama bunu ona söylememem gerektiğini biliyordum çok şükür. iyi, peki, dedi. iyice, pekiyice çıktım. yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. beşiktaş'a dek. eve gitsem mi gitmesem mi bilemedim. o sırada telefon geldi, telefonlara ve çaylara bakması gereken kız arıyordu işten; birsen. lula hanım merhaba, yoksunuz yerinizde de merak ettim, dedi. çıktım birsen, patrona haber verdim ben, dedim. ha, tamam dedi. anlamış gibiydi. ama neden sonra anlamadığı ortaya çıktı. yarım saat kadar sonra, ben hala ne yapacağıma karar verememişken, muhasebeden ve diğer her şeyden sorumlu sena aradı. birsen dedi ki, patronla konuşmuş işten ayrılmışsın, lula, neden? allahım evet, evet.. evet sena ayrıldım.. bütün bunlar beni hasta etti. zaten hasta benliğim büsbütün delirdi. böyle zamanlarda diğer insanlar napıyor merak ettim. ben hiç tutarlı biri değildim. düzenli alışkanlıklarım yoktu. düzenli olarak deliriyor ama delirdiğim zamanlarda kendimi nereye atacağımı bir türlü bilemiyordum. daha akıllıca bir şey gelmedi aklıma. önce kumaşçıya gidip parça kumaş aldım, sonra da terziye gidip bu kumaşları napsak, dedim. güldü zafer bey. gel sen bir sakinleş, dedi. oturdum, bir parça sakinleştim. o bana birşeyler dikerken ben de ütü yaptım. uzun uzun ütüledim işte ne var ne yok.. sonra dışarı adım attım. kapalı telefonumu açtım. mesaj üstüne mesaj aldım. duygu aramış ve telesekretere müthiş bir mesaj bırakmış. onu dinledim. telesekreter uzmanı ilan ettim onu; o da beni son ütücü.. sonra eve geldim. her şeye yeniden bir el atayım dedim ki, içim geçmiş. uyandığımda her şey her yerdeydi.

Cuma, Mart 07, 2008

the not knowing

hey, i've been hoping you've been thinking of me, no matter what the time

Çarşamba, Mart 05, 2008

ruhta ne çok leke

elele tutuşuyor olsaydık düşmezdim belki, diye düşündüm.

Perşembe, Şubat 28, 2008

lula's farewell song to herself


kunta kinte

kunta kinte isimli bir kedi vardı eskiden oturduğumuz apartmanda. yonca apartmanı. kediyi yavrularından ayırmak isteyen sersem de bir komşumuz vardı. ben de onu yavrularıyla buluşturuyordum öğleden sonraları. okuldan gelince. büyüyünce kamyon şoförü olmak istiyordum ve öğleden sonraları kunta kinte isimli simsiyah kediyi yavrularına götürüyordum.
büyüdüm. ne kamyon şoförü olabildim ne de kunta kinte'yi bir daha gördüm..

Pazartesi, Şubat 25, 2008

cumartesi

- ne hissettin?
- ruhumun vakumlandığını hissettim, galiba..

Perşembe, Şubat 21, 2008

duygu

"begonviller büyüsün yüzünde."

yuck fou

bunları kime yazdığımı bilmez oldum. eskiden biliyordum oysa. bildiğimi sanıyordum ya da. belki de, bir diğer ihtimal, bilmesem bile bu beni rahatsız etmiyordu. şimdi, ali, veli, kimliği belirsiz diğerleri, herhangi biri işte, bana, bu cümlelerin sahibi sen misin, dese, ben hiçbir şeyin sahibi değilim, diyebilirim en çok. düzenli olarak yalnızlıyorum ve elimde sadece bu ucubik sayfa var. en çok virgülü kullanıyorum noktalama işretlerinden ve sevdiğim adamın balıkçı olmaya hiç niyeti yok.

Salı, Şubat 12, 2008

Perşembe, Şubat 07, 2008

kova

"ah kuzum ahh, diyorum ya hepimiz aynı kuyudayız diye. ama o kuyuda kova var, biner çıkarsın istersen yukarı."

Çarşamba, Şubat 06, 2008

...


refleks

dün gülin'le otururken, o bana sevgilisinden, sevgilisinin şaşkın hallerinden bahsederken şöyle bir şey farkettim; gülerken, kahkaha mı demeli bilemedim, yeniden başımı arkaya atar olmuşum ben. hangi ara kaybettiğimi bilemediğim gibi, hangi arada tekrar kazandığımı da anlayamadığım bir saçma alışkanlık işte, kahkaha atarken başı arkaya atmak. refleks olabilir mi acaba?

Pazartesi, Şubat 04, 2008

penguen

"lula, beni şaşırtıyorsun.." diyor arada, bir işi geciktirdiğimi düşündüğünde..
ona, "bir penguen gelişir, şaşırır, ölür", demek istiyorum, ama anlamayacağını düşünerek vazgeçiyorum.

Cuma, Şubat 01, 2008

gri hırka

içimde bir sıkıntı, patron beni odasına çağırıyor. "ne olacak bu haller?" diyor. bunu demeden evvel yanıma oturuyor, kolunu omzuma atacak diye tedirgin oluyorum. ayağa kalkıyorum. üzerimde gri bir hırka var. "nasıl, ne olacak?" diyorum. "senden beklediğim performansı göstermiyorsun." diyor. içimden "blöfünü gördüm", diyorum. dışımdan "ben müsaadenizi isteyeyim, o halde" diyorum, işten ayrılacağımı kastederek. "sen bilirsin" diyor. o sırada başlıyorum işte ağlamaya. deliler gibi ağlıyorum. "sizin elinizden geçen metinleri gördüm, nasıl bakım istediklerini, beni kurtarın diye nasıl can çekiştiklerini.. hayır kalmam burada, sizin olsun hepsi.." diyorum ağlaya ağlaya, üzerimde gri hırka. asansöre yöneliyorum, gülin orada, bana sarılsın, "gitme", desin istiyorum. demiyor. ağlaya ağlaya eve geliyorum. annem "hazırlan, şeymalara gidiyoruz", diyor. istemiyorum ama sesimi çıkaramıyorum. ağlaya ağlaya hazırlanıyorum, kimse "nen var" demiyor. iki araba gidiyoruz şeymalara. şeyma'nın annesi ve babası bizi saray yavrusu bir evde ağırlamaya çalışıyor. "bilmemne bey de birazdan gelir", diyor. ben işkilleniyorum. şeyma'nın annesi beni o beyle tanıştırmak istiyor. içeri gidiyorum. ağlaya ağlaya. camdan bakıyorum, "berbat bir muhit burası" diyorum leylaya. berbat. aşağıda bir fahişe bağırıyor. etrafını yüzleri olmayan adamlar sarıyor. camı açıyorum, ağlıyorum. içeri dönüyorum. şeyma'nın annesi, eşiyle birlikte alkol tedavisi gördüğünü söylüyor anneme. "nasıl olur" diyorum, yine içimden. daha önce hiç başörtülü birinin alkolik olduğunu duymamıştım. şeyma'nın annesi o beyle beni tanıştırmak için yanıma geliyor. dışarı kaçıyorum. asansöre. asansörde gülin var. ikimiz aşağı iniyoruz. "patron seni bekliyor", diyor. asansör kata geliyor. gülin iniyor. ben inecekken aşağı inmeye devam ediyor asansör. gülin kolumdan çekiyor beni, üzerimde gri hırka. patronun arabasına binmek istemiyorum. aşağı iniyorum. aşağıda fahişeler, alkolik türbanlılar, herkes her yerde. ağlıyorum. hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. sonra uyandım. saat 3:42'ydi. burnum kanıyordu.
işe geldiğimde aynada kendime baktım, üzerimde gri hırka.

Çarşamba, Ocak 30, 2008

para biriktiriyorum

kendimi bu hayattan kurtaracağım.

Pazartesi, Ocak 28, 2008

naneli patty

yer karolarını sevdiğimiz küçük makarnacıda oturuyorduk gülin'le. yan masaya gri, gür saçlı bir kadın ve kıvırcık saçlı oğlu oturdu. kadın benim tabağımı işaret ederek, garsona, aynısını istediğini söyledi ingilizce. ufak garson önce bana sonra kadına sonra da kadının işaret ettiği tabağa baktıktan sonra, beklenmedik bir şaşkınlıkla kaşlarını çattı. ortalıkta benle ilgili bir şeyler oluyordu ve kayıtsız kalmam olanıksızdı. hemen süper kahraman kostümümü giyinip olay yerinde belirdim. önce, ingilizce olarak elbette, kadının ne yemek istediğini sorup bunu ufaklığa tercüme ettim. sonra da tüm "misafirperver türk" kimliğimle gri saçlı yabancıya gülümsedim. kaz değildi, gülümseyerek karşılık verdi. ve hesaplayamadığım bir süreç sonrası kendimi kadına civardaki bir yayınevinde editör olduğumu söylerken buldum. "ben de sanatçıyım" dedi o da. boston'da yaşadığını ve kıvırcık saçlı çocuğun oğlu olduğunu, kitaplar için resimler yaptığını ve daha bir dolu şey söyledikten sonra, nihayet, tabağı geldi. patates salatası da vardı tabakta. vaktinde kalkmayı beceremediğimiz için patates salatasını anlatmaz zorundaydık gri saçlı yabancıya. ama işte ne olduysa ingilizcemiz suyunu çekmişti. her şeyi, patatese ve salataya dair her şeyi anlatabilen ben ve gülin, bir türlü nanenin ingilizcesini hatırlayamıyorduk. ve gri kadın ısrarla onu merak ediyordu. mm, nane, diyorduk, ingilizcesini bilmediği için türkçesini yükses sesle söyleyen işportacılar gibi, nane, evet, nane.. ve işte yine süper kahraman kimliğim kendini gösterdi ve bir anda "peppermint" dedi. gri kadın biraz tuhaf baktıktan sonra sakinleşti ve gülümsedi. biz de üzerimize düşen tüm görevleri başarıyla halletmiş bilinçli bireyler olarak hesabı ödeyerek kalktık. çıkarken iyi tatiller demeyi ihmal etmeyerek tabii. yolda gülin gülümsedi, nereden aklına geldi, dedi. inanmayacaksın ama naneli patty'den, hani şu charlie brown karakteri var ya, işte ondan, dedim..

Perşembe, Ocak 24, 2008

Cuma, Ocak 18, 2008

bi başkası olan hiç yok

teyzesinin bir tanesinden mesaj var:
"lula, seni çok seviyom... kumandayı eline al. başkasına verme. legolarımla çocuklar oynar ama ben seni çok özledim... bi de telefonun, lambanın ışıgını yak. bi de koltuğunu ders olur. bi de bi başkası olan hiç yok. bi de bi metre ölçelim. bi de bi uzaya gidelim roketle. bi de dünyanın hiç gezegeni var.
fotoraflarını göster. tamam."

Çarşamba, Ocak 16, 2008

telve

"her şeyini ortaya serme" dedi gülin. elbette başka şeyler de söyledi ama niyeyse aklımda bir bu kaldı. bir de kahvenin telvesini yanlışlıkla içtiğim. hayatta da böyle, sanırım. yanlışlıkla içilmiş telveler var. yani kimisi sever. yengem mesela, kahvenin telvesini neredeyse kaşık kaşık, parmak parmak yer.. ben onlardan değilim. orası telvesi. hayatta da böyle derken kastettiğim, yani bazı insanların talip oldukları şeyi, yanlışlıkla da olsa yapmak canımı acıtır. acırsa ne mi olur? acırsa acır işte.. ve her şeyimi ortaya sermeye başlarım. dağıldığımda kendimi toplayamam, bir başkasına "beni topla" diyemem. benim dağılmış olduğumu gören başkaları da toplamaya yeltenmez. sadece, mesafeli bir sesle "her şeyini ortaya serme" der. serecek bir şey yok, gülin. ortaya serecek kadar ben kalmadı sanırım bende. rüyalarımı gerçek sanacak kadar dağıldım belki de. hep kör kediler görüyorum ve hep halamı bekliyorum. vefat ettiğini bile bile bekliyorum onu. bana çok önemli bir şey söyleyecekmiş gibi. ya da ben ona "geçti artık, şimdi iyisin" diyecekmişim gibi. kör kör dolaşan kedilerden korktuğum halde onları sevmeye çalışmam gibi. insan ilişkileri çok zor, dedim ona, ya da ben çok donanımsızım. gülümsedi, diğer insanlar, bu konuda senden daha mı iyiler sence, dedi. bilmiyorum, hiçbir fikrim yok. değillerse şayet onlar da ortaya serebilirler mi bir şeyler? böyle çok yalnız hissediyorum kendimi..

Pazartesi, Ocak 14, 2008

neml

"güzel lula,

senin için kur'anı açtım ve neml suresi çıktı. neml karınca demekmiş. süleyman aleyhisselam'ın ordusuna yol veren karıncalardan söz ediyor. içimden o karıncalar lula'ya da yol göstersin dedim ve okudum. allahım dünyada çok az iyi insan var ve lula onlardan biri, o seni çok seviyor sen de onu sev, kalbine ferahlık ver, dedim. allah çok büyük lula ve sen çok güzelsin. her şey yoluna girecek, aksi mümkün değil.

"o halde sen allah'a güvenip dayan. çünkü sen, apaçık hakikat üzeresin" (neml, 79)

ağlamak yok, söz verdin.."
14.05.2007

Cuma, Ocak 11, 2008

küçük burjuva

"..
- şimdi senin kız arkadaşın falan da vardır üniversitede..
- yoo, yoktur. küçük burjuva alışkanlıkları bunlar. hem ben devrimci oldum.
- iyi yapmışsın valla!"

hep minördüm ben


Çarşamba, Ocak 09, 2008

flashback

ona, üniversiteye giderken, beyazıt kütüphanesinde görme engelliler için kitaplar okuduğumu söyledim. yüzüne o çok yakışan gülümsemesiyle baktı bana. sonra kulağına eğilip "bütün bunları, beni daha çok sev diye yaptım" dedim.. gülümsemesi daha da güzelleşti ve "en enn çok seviyorum seni" dedi.
yanımda yokken bile yanımda olması ne güzel.. beyazıt'a çok yakınım da ben şimdi, aklıma geldi aniden..

Pazartesi, Ocak 07, 2008