günlerden cumartesi. yağmur yağıyordu, taksiye bindim. atölyeye gittim. sepet gibiyim bu ara. kolajım falan yoktu. bir kendimi alıp gittim. ama fatmayı alıp döndüm. akmerkezde oturduk biraz. saçlarını çok beğeniyorum fatma'nın, bunu ona da söyledim. boyatayım mı dedi, karşı çıktım. haklısın dedi. sonra çay içerken; hayatımın, içeriği boş bir metin gibi sevimsiz durduğunu, okunmayacak kadar uzun, kısaltılamayacak kadar birbirinden bağımsız ayrıntılarla dolu olduğu konusunda bir vaaz vermenin eşiğinden döndüm. onun yerine yeşilin mora, morunsa tüm çocuklara yakıştığını düşündüm. fatma'nın hayattaki duruşunu sevdim. eşyalarla ilişkisini, siyahın üstünde duruşunu. yetişkinken çocuk gibi hareket eden ellerini. çıkışta yürüdüm eve. üşürsün öyle diye bağırdı yeni açılan pub'ın önünde dikilen çocuk. duymadım. yağmurun dinince bıraktığı kokuyu alabilsem keşke dedim içimden. kokuları seviyorum. beş duyumdan en sevdiğim o mu bilmiyorum ama ilk beşe gireceği kesin. domatesi kokladım akşam yemeğinde. uzun zamandır böyle kokan domates görmemiştim dedim. annem garip laflar ettiğimi söyledi. ciddiydim ben oysa. buram buram domates kokuyordu yeşil sapı. masadan kalkarken bir daha kokladım. annem şaşkın şaşkın baktı. çilek aldım dolaptan. kokmuyor, hormonlu mu bu? dedim. değilmiş. görmüyor muymuşum, ufak ufaklarmış..
mış mış mış..