Cuma, Temmuz 30, 2010

fincan okumak

fincan okumak sevgilimin icadıdır. o fincana bakar. biraz durur. biraz daha bakar. sonra fincanın içindeki herşey bir başka şeye dönüşür. en güzeli de hepsinin sonunda bir hikayeye dönüşmesidir. kocaman anaç bir tavuk fincanın dibine çöreklenmişse, emre onu görür, konuşturur. ona eğilen atkuyruklu kızı ben yapıp, kuyruklu yıldızları eteğime takar. havada asılı bir kütle belirirse yakında, o gökadaya da evimiz denir. evimizde bir de atölye olur. orası evin hem içindedir hem de dışında. ben orada resim yaptırılırım. o yüzden ben "ay sen fala mı inanıyorsun" diyenlere, "hayır, ben sevgilime inanıyorum" derim.

Cumartesi, Temmuz 24, 2010

Salı, Temmuz 20, 2010

lula strikes back

teknik bir sebepten ötürü twitter adresimi pasif duruma getirmiştim. sonra bir de baktım ki açılmıyor tekrar. yeni hesabım sağ tarafta arz-ı endam ediyor zaten. ilginize teşekkürler.

Cuma, Temmuz 16, 2010

çünkü hakikat gayetle ağır bir meslektir

sene 89 ya da 90'dı. bu eve yeni taşınmıştık. sonradan defaatle tadil edilen yuvamız o zamanlar sıfırdı. annem sürücü kursuna gidiyordu bir arkadaşıyla. ve elbette ilk kazasını henüz yapmamıştı. ben işte o sene dörde geçmiştim. sabahçıydım. öğlen eve geliyor, kapıyı anahtarla açıyordum. dağınıklık içimi buruyordu. ne yapacağımı kestiremiyordum. oldum olası evde yalnızken ne yapacağımı bilemem zaten. biraz odamda takılıyordum, tam anlamıyla takılmak ama, gerçek bir eylemsizlik.. biraz salona geçiyordum, ölümüne beyaz ve devasa salonumuzda biraz televizyon seyretmeye çalışıyor hemen sıkılıyordum. henüz kahve yapmanın ve içmenin tadına varacak yaşta olmadığımdan mutfakta takılmayı anlamsız buluyordum sanırım. ve tabii bütün bu sıkıntılar arasında asla ders çalışmak gibi bir niyet barındırmıyordum minyon bünyemde. öylesine sıkılıyordum ki... bu yüzden, white stripe 'i just don't know what to do with myself' dediğinde ne dediğini en iyi ben anlıyordum. demem o ki, sabah hasta gözlerimi açtım, aile fertleri pılını pırtını topladı adaya gitti. babam şehir dışına. leyla işe. ben gene iç buran bir dağınıklığın ortasında kalakaldım.. neyse ki kahve yapmayı biliyorum, değil mi? bir de kitaplar var allahtan..
bir insan acıktığını nasıl bilmez? yerlerde sürünüyorum.

Çarşamba, Temmuz 14, 2010

atak geliyorum demez

aniden titreme başlıyor. sonra deli bir ateş bütün vücudu sarıyor. ama tırnaklar bu ısınmadan nasiplenmiyor nedense. morarıyorlar.
soğuk soğuk terlemek çok acıklı değil mi?

Perşembe, Temmuz 01, 2010