Cuma, Aralık 30, 2005

baby sleep, gently sleep..


içimi dışıma çıkarttım, geri yerine koyamadım. içim daha güzeldi hani benim?
.
dudağım kanıyor. kopartıyorum çünkü. işte bu bilerek. bilerek ama istemeyerek. ben yine ne diyorum? uykumun düzeni düzenbaz artık. gece uyumuyorum, sabah hiç olmuyor sanki. sabah olunca da gün bitmiyor. kahvaltı falan hep forma giymek gibi geliyor. zorunlu ve sıkıcı. 53 olmuşum. bu sabah tartıya çıktım. annem zorla tereyağlı ballı ekmek tıkıştırdı ağzıma. sonra gün içersinde portakal suyu sıkıp getiriyor. "o kadar mı acınası duruyorum?" dedim, içimden elbette. dışımdan desem, annem de evet dese, ı ıh, kaldıramam bunu. hiç değilse şimdi bir diğer ihtimal var. belki sandığım kadar can sıkıcı değilimdir ihtimali. fonda yo la tengo çalıyor. damage. bu çalmasa da ağlar mıydım ben? yağmurda ışıklarda daha çok bekleniyor bir de. yeşil yansa bile hareket etmiyor arabalar. ama yağmur arabadan çok güzel izleniyor. böyle şeyler işte. dönüşte yürüyesim vardı, annem ıslanmama izin vermedi. iyileşecektim belki. iyileşmek dediğin nedir ki? iki fincan latteye tekabül eder. belki bir kaç da tarçınlı kurabiyeye.
.
biri bana ninni söylese.. baby sleep. gently sleep. life is long and love is deep. time will be sweet for thee. and all the world to see..

Pazar, Aralık 25, 2005

gözleri zeytin yeşili kardan adamlar

bu sabah geç uyanmaya programlamıştım kendimi. programlanmak denmez de, gece yastığa başımı koyunca öyle gibi hissettim. "geç uyanacağım gibi" gibi. ama kardeşim the willowz'un somethingiyle çılgın atıyordu sabah. ben uyuyacakmışım, rüyama izlanda girecekmiş, dizlerime kadar kara gömülecekmişim, uzun ve cüsseli ağaçlar olacakmış etrafımda ama ben korkmayacakmışım, kendimi sırtüstü, yüzükoyun, yan, öbür yan, ve daha başka şekillerde kara atacakmışım, küçükken yaptığım bütün kardan adamlar etrafımı saracakmış, burnuna havuç takmadıklarım, gözleri renkli olsun diye yeşil zeytinlediklerim bile... ben kardan adamları hep sevdim. ama sanırım en son 10 yıl önce yaptım kardan adam. büyümekle alakalı değil, üşümekle alakalı hiç değil.. benle alakalı ama ben neyle alakalı olduğumu hala daha bilemediğim için böyle oluyor. gömülüyorum bulduğum ilk kara rüyamda. hem fonda hep tori amos'un under the pink albümü çalıyor.. ben ezbere biliyorum diye değil o albümü, o albüm çok karlı olduğu için.. içinde düzinelerce kardan adam ritm tuttuğu için.
.
aslında rüyada kar görmek iyidir der annanem. beyazdır kar. beyaz, yeşil ve bir renk daha vardı. bu üçünü görmek iyidir der annanem hep. ama niye iyi olmadım ben bugün..? niye içime rengarenk neon ışıkları dolmadı, beni baştan uca sarmadı.. annanem beni niye kandırdı? yeşil bir kazak giydim. yürüyüşe çıkayım dedim. ya da önce yürüyüşe çıkayım dedim sonra yeşil bir kazak giydim. tam olarak hatırlamıyorum sırasını. yürüyüş mü? bu havada mı? dediler. babam beni bırakmak istedi. bıraktı da. kapıda bekledi. kitapçının kapısında. ben aradığım kitabı bulamadım. aradığım kitap da beni göremedi. babam telefon açtı kapıdan, "bekliyorum" dedi. bekleme diyemedim. "geliyorum" dedim. yeşil kazağımı kitapçıdan çıkardım. arabaya bindim. yokmuş kitap dedim. babam tepki vermedi. hayatta daha önemli işler var gibiydi. acele bir u dönüşü yaptı, yol veren toyotaya teşekkür anlamında hafifçe kornaya bastı, aynı zamanda kafasını eğdi, bir de "teşekkürler toyota" dedi. "toyota cipler iyi mi?" dedim. çok susmamak için aptalca konuşan biri gibi. babam da sussan daha iyi manasında "ben toyotayı kullanan adamı kastetmiştim" dedi. sustum ben de. zaten dnr'dan eve gitmek arabayla 4 dakika 53 saniye, yürüyerek, 16 dakika 28 saniye sürüyor. hemen gelmek istemiyordum ben eve. içeri girmesem olmaz mı dedim, annem duymadı. hoş geldiniz dedi. üstümü değiş etmezsem tekrar çıkarım diye düşündüğümden yeşil kazağımı çıkarmadım. fatoş aradı. ne kadar kısa cümleler kuruyorsun sen diyecek sandım, demedi. aşkitom nasılsın dedi onun yerine. iyiyim dedim inanmadı. bir kırgınlık var sesinde n'oldu? dedi. boşver dedim. akmerkeze geliyorum sen de gelsene dedi. tamam dedim. yürürüm diye. olmadı yine. babanemlere gidecekmişiz. mesaj çektim fatma'ya: "fatoş babanemlere gidecekmişiz, ama yarın görüşelim olur mu? sergiye gidelim, film izleyelim, kitap alalım, balık tutalım.. öpüyorum" dedim. olur dedi. kitap okudum biraz. sonra başka bir şey yapmadım. babanemlere gidemedik. annemin işi çıktı. başka bir yere gitti. ben somurttum hep. istemeden oldu ama. canım sıkkındı. rüyamda kar görmüştüm oysa.. haksızlık gibi geldi bu bana. annanem kar görünce seviniyodu banaysa somurtmak düşüyordu.. annaneme telefon açsam da sorsam dedim bir an. onun yerine sıcak çikolata yapayım dedim. 20 tane falan bitter çikolatayı aldım, madlen elbette. bıçakla ince ince kestim. benmari usulü erittim. mutfak öyle güzel koktu ki, gördüğüm rüyadan herhalde dedim. rötarlı seviniyorum ben belki, olamaz mı dedim. babama seslendim, "sıcak çikolata ister misin baba?" dedim. isterim dedi. sütü ısıttım. tarifi olmayan şeyler yaptım. babama götürdüm önce. sonra mutfağa döndüm, kendiminkini hazırladım, kapta kalan erimiş çikolatayı kaşık kaşık; yer gibi içer gibi bitirdim.. çikolata yiyebilen başka bir varlık yok dedim içimden, şükrettim. sonra akşam olmuştu zaten. yapacak bir şeyim yok gibi geldi. kazağımı çoktan çıkarmıştım. uzaktan bir yerden leonard cohen ineedyouidontneedyou diyordu.. bir kedi üşürmüş gibi miyavladı, eli cebinde evine giden bir adam güvenlik görevlisine sanıyorum nasıl gidiyor dedi. görevli epeydir annemin yemek ya da meyve yollamadığından dert yandı. ekranıma su sıçradı, kırgınlığım boyut değil zaman değiştirdi. ama yazacağım bebeğim, yazacağım.. *

Cuma, Aralık 23, 2005

hoşça kal

10:42

- efendim?
+ gece aramışsın, uyuyordum. noldu?
- bir adres isteyecektim. ama önemi kalmadı.
+ ....
- e e, nasılsın?
+ çıldırmanın eşiğindeyim.
- ....
+ yok bir şey. hoşça kal.


12:59

zzzZZZz

+ efendim özden?
- hayatım nasılsın, ağlamıyosun di mi?
+ ...
- parmağın nasıl?
+ kanıyor ara ara, çok kritik bir yerde kesik.
- sen kesmedin di mi?
+ özdeen! bilerek kesmedim elbette.
- aman, kendine zarar verme.
+ teyzemle konuştum. fazla kalifiyesin o iş için dedi.
- e ben de onu demek istemiştim.
+ ... kalifiye falan değilim özden ya..
- öylesin..
+ neyse.
- ..
+ tamam? hoşça kal.

Perşembe, Aralık 22, 2005

deve tabanı

sıkıntıdan oluyor hep. başka şeyler yapasım vardı önce. kurabiye yapacak kıvamdaydım işin aslı. mutfakta bir kaç anlamsız tur bile attım. vanilya ve kabartma tozunu çıkarttım, unu eledim. ama olmadı. devam edemedim. "başladığın bir işi bitirsen ya bi kez olsun" dedi annem. sustum. bir kaç kişiyi aramak geçti aklımdan, vazgeçtim. yağmur yağsın mı yağmasın mı bilemedim. yağdı mı yağmadı mı görmedim. çiçeklerin tozunu aldım. deve tabanının bitişiğindeki o adını bilmediğimin tozunu daha iyi aldım. dayım getirmiş. miş. miş. çiçek duruyor hala, "ne tuhaf" dedim, ama içimden. biz taşındık, dayım gitti, biz salona yeni mobilyalar aldık, dayım dönmedi, biz telefon numaramızı değiştirdik, dayım dönmedi, biz sanırım artık umut etmenin bile bir süresi olduğunu öğrendik, annem hariç, ama dayım dönmedi. "bunları düşünmesem ya" diye düşündüm. reyhan'a mesaj çektim. "bayan bunları sen mi yazdın?" dedi. "benim benlerime sen dese olmaz mı?" dedim, yine içimden. reyhan'a ise başka bir şey dedim. sonra camdan baktım, ağlasam mı ağlamasam mı bilemedim. geçen kış yüzümü ısıran köpek camdaydı. ona baktım. o da bana baktı mı bilmiyorum. dili dışardaydı. "hiç kızgın değilim sana" dedim. duymadı. "üzerinden zaman geçti diye değil, inan o zaman da kızgın değildim. sadece korkmuştum. hastane koridorları çok acımasızdı, hem yüzüm kanıyordu.. babam anlam veremiyordu niye ısırıldığıma; her zaman seviyordum ben seni, nie o gece ısırdın sahi?" .. bunlar anlamsız şeyler.. iz bile kalmadı yüzümde. belki kalsın isteyebilirdim. böyle; sanki, hiç kullanılmamış gibiyim. devren satılıkmışım gibi. bana ait yaralar daha fiyakalı gösterebilirdi belki beni. çok şükür dizlerimde morluklar var. ayıptır söylemesi, bu yaşa geldim hala daha bir yerlere çarpmada rakipsizim. hala daha çarpınca aynı buruşuk ifade oturuyor yüzüme.. hala daha bir şey olacak sanıyorum, yeni bir şey.. alışmak gibi.
.
annem ne karşımda ne de yanımdaydı masada. "L" gibiydik. ben mandalina soyar gibi yapıyordum, o soyuyordu sanıyorum. ben ağlamaya başladım. anlam veremedi. anlam vermediğini her söyleyişinde biraz daha anlamsızlaşıyordu sıkıntım. masadan kalktım. "o kurabiyeleri yapsa mıydım?" diye geçirdim içimden. "düşünmüyor sayılırım" dedim. bunu sesli dedim galba, çok net hatırlamıyorum. kendinden sıkılmanın bile adabı olmalı gibi geldi. bunu bile kurallarına uygun yapamıyorsam, ne bileyim başka şeyler yapsam. öğretmen olsam, tahtaya ders, konu yazsam, iki nokta üst üste koysam, süre hep aynı olsa ama konuları yetiştirmek hiç nasip olmasa.. burak en ön sırada olmasına rağmen tahtayı göremese, gözünü kıssa, yanına gitsem yardımcı olayım derken tepem atsa; rahmi burcu'nun saçını çekmeden üç saniye evvel "hey bebek, gözün ne renk?" dese.. ayrılacağım günün öncesinde fellik fellik fenerbahçe forması arasam ben rahmi'ye.. yine de bulamasam.. böyle şeyler işte.. hmm? daha mı iyiydi ne? değildiyse niye sıkılıyorum bunca zamansız.. ya da ben ağlamaya yakın hissetsem bunu, önlem alsam, kütüphanemi döksem, tozunu alsam, çekmecelerimde üst üste binen ne varsa çöpe atsam.. bir formül bulsam, kendimle başa çıksam.. aynı şarkıyı 23. kez dinlemesem. dinleyeceksem bile başka şarkı olsa bu, needle in the hay olmasa..
.
kalkıp çay koysam ya ocağa.
.
"-ne çok benin var senin.
-sen onlara sen demelisin."

Cumartesi, Aralık 17, 2005

greteli ben vurdum

ışıl ışıl evimin yolu. hansel gibi hissediyorum eve dönerken kendimi. niyeyse greteli sevmem. işin aslı bütün yardımcı masal kahramanlarını lüzumundan fazla abartılmış bulurum. ama tabii, ben masaldan ve kahramandan ne anlarım, o ayrı.. diyecektim ki, eve dönerken hafif bir sıkıntı vardı içimde. yo hayır, bir çingene bana "fahişe abla" dedi diye değil.. herkese öyle diyordu o, güle güle hem de.. benim canımı sıkan sanırım canımın gereğinden çok sıkılmasıydı. misal, bu akşam eve dönerken takside içine girdiğim geç gençlik buhranım çok anlamsızdı. zira ne gençtim ne de buhranlanacak bir durum yaşamıştım.. bir çingene biraz eğlendi hepsi o.. hem yalnız benle de değil, arkamdaki yaşlı teyzeyle de.. yok yok başka bir şey yordu zihnimi ama henüz çözümleyemedim.. belki taksicinin benle eğlenmesiydi asıl sinir bozucu olan.. beni bile isteye trafiğe sokmasıydı, söz dinlememesiydi.. hmm? olamaz mı? ya da ben deli miyim? ne zorum var da üzülüp duruyorum? halbuki güzel bir gündü.. hacı abdullah'ta bir baba gördüm. oğluna dolma yediren.. sırf o yetmez miydi? üzerine dökmüştü çocuğun sonra.. böyle güzel şeyler oluyordu mesela.. metroda bir kadına yer verebilmiştim, çocuklu bir kadına.. içi ferahlamaz mı insanın böyle bir şey yaptığında? hem sonra o çocuğun elindeki pembe balon akla kazınmaz mı? hem de benim gibi balon sever bir akla?
.
niyeyse, şimdi (22:25) birden bire aklıma geldi diye;
.
"bana çiçek gönderme
bir kuş ağacı gönder
alnıma dokunanlar
iyileşmiş desinler "

Çarşamba, Aralık 14, 2005

bir sinefilin dalağı patlarsa

bu sabah koştur koştur çıktık evden kardeşimle.. milyonları izlemeye kararlıydık lakin her zamanki gibi koşmadan yetişemeyeceğimizi anlamıştık.. ben hep geride kalıyorum zaten yetiştiğimde de kardeşim hep "bu atlas nerde ya, geçtik mi yoksa?" diyor.. ya da daha kötü olanı "üff ya bir daha senle bir filme gelmeye yeltenmeyeceğim.. hep böyle koşmak zorunda kalıyorum.." sanki benim hatam.. neyse.. dalağımızın patlamasına ramak kala atlasın kapısındaydık. gişede patladı ama o dalak merak etmeyin.. iki kişi için oynatmazlarmış filmi.. kız kardeşimle ben, suratlarımız pancar, nabzımız 280.. resmen sinir olduk.. hatta kardeşim hızını alamadı, yolun yarısından geri döndü ve gişedeki kadına "şikayet edebileceğim biri var mı bu durumu?" dedi.. ne çare.. kadın camı kapattı. böyle şiştik yani.. sonra ben bir dolu alış veriş yaptım leyla sakinleşsin diye.. evet o da öyle diyor zaten: "niye sen sinirlenince de ben sinirlenince de sen alış veriş yapıyorsun?" n'apim, ondan daha iyiyim bu konuda.. ve elimi kolumu yine noel baba gibi doldurmayı başardım. ve işte bugün ve hatta son zamanlarda aldığım en güzel şey.. onun dışında üç beş kitap ve bir de yeşil mi yeşil bir şal aldım.. ama yine de kardeşimin sinirini yatıştıramadım.. daha napacaksam? =) neyse.. son olarak birkaç alıntı bugünden..
.
inciden çıkarken;
kardeşim: burda çalışanlar ne şanslı ya, sabah akşam ne zaman isterlerse profiterolün alası önlerinde..
ben: bıkarlar be güzelim..
kardeşim: e bıkana kadar yemiş olacaklar ama..
ben: ..!?!
.
elimde mesnevi, suratım jokeri andırırken;
kardeşim: anlamıyorum ki napıcaksın o kitabı? okuyamadıktan sonra..
ben: ya saçmalama ya.. anlamıyorsun cidden..
kardeşim: sen hiç benim fransızca film aldığımı gördün mü?
ben: ?!?
.
vs. vs..
burdan öpüyorum onu.. en profiterol yemiş halimle..

Salı, Aralık 13, 2005

tadilat dolayısıyla kapalıyız

kendimi bakıma almalıyım. hatta epey bir geç kaldım. yıllar yıllar önce yapmalıydım.. saçımı kesecek cesareti değil de kendimi unutacak naifliği göstermeliydim. hep yeni baştan başlayacak kadar kısa süreli olmalıydı hafızam.. unutulduğum yerde kalmalıydım.. önümü aydınlatan şey her ne idiyse ona gitmesini söylemeliydim. ben hiç karanlıktan korkmadım zira. ben bir yalnızlıktan korkardım.. başıma geleceğini bildiğimdenmiş bu korku, anladım.. ne var ki hiç alışamadım. bu sabah uyandım, yine çok pek çok yalpaladım. gözlerimi temizlemeden yattığım için hayata yine simsiyah baktım. gerçi benim bakışımdan bir şey anlaşılmıyor ama sanırım hayat bana bakarken gözlerimin siyahlığından beni seçemiyor. işte bu yüzden dahil olamıyorum. bu kadar basitmiş demek.. karanlıkta seçilemediğim içinmiş.. yani karanlıktan korksaymışım bütün bunlar farklı olacakmış.. misal, radyoyu açtığımda neşeli bir parça dilime dolanacak, dişimi fırçalarken dahi onu söylemeye çabalayacakmışım.. ya da kapıyı açıp ilk ben alacakmışım gazeteyi ve üzerindeki ekmekle sütü.. böyle basit şeyler işte. ya da belki uyanmasam. bütün rüyalarımı başa sarsam.. ince ince incelesem.. hepsi bana dese ki, işte buydu sebebi; arayacak kadar bulunamadığındı. bulunduğunda çoktan kaybolmandı.. sana bir tasma lazımdı.. fazla açılmaman için.. kıyıya paralel de yüzemezdin.. yüzemedin işin aslı, yürüyemezdin denizin üstünde. sen bir başkası olabilecek kadar formatlamazdın kendini. bir yabancıya mektup yazıp denize bırakan çocuk aklın, aynanın karşısında ağlaya ağlaya kestiğin saçların, yıllar evvel istiklal caddesinde balon satan hüseyini hala daha hatırlıyan zihnin, kalabalıkta daraldığını belli edemeyen bedenin, her fırsatta hasar almayı beceren ellerin, parmakların, sen işte, her şeyinle.. yapamazdın.. denerken bile ağır yara alırdın.. kendi yaranı umursamazdın. kendine bir başkası olamazdın.. oturduğun yerde sabit durmaktan karıncalanırdı ayakların.. hatta o karıncalar beynine dek yürüyüp robot resimler çizerlerdi. görmezdin. senin etrafın karanlıkta kalan yanını aydınlatmaya çalışan irili ufaklı ateş böcekleriyle doluydu. du. du. du. hani hep dünündeydin hayatın? hani anı olacak bir şeyin yoktu? yoktun da biz mi uydurduk seni, hmm? elma dersek çık, armut dersek yine kes, yine saklan, yine kır, yine bir yokluk bul kendine..

Perşembe, Aralık 08, 2005

aşk mı? onu ben icat ettim

utanmış mı güneşim? hmm? ben ona ne demişim de o eğmiş başını, yere bakmış? kırmızı mı ona çok yakışmış yoksa o mu kırmızıya renk vermiş, hmm? canı mı sıkılmış? salatasının limonu mu fazla kaçmış? havuçlu kekimden yeterince tatmamış da üstündeki portakal reçeline kaşığını daldırmamış? ne yapmış ya da ne yapmamış da böyle güzel olmuş? hem nasıl da görmemiş benim bıraktığım yerde saatimi, yüzüğümü? küçücük aynasında kahvenin nasıl da yapabilmiş saçımı? hem neden benim profilime bu kadar takmış kafayı? ben profilimi ona armağan etsem olur mu? ya da ben ona çanta yapsam yine, hmm? en çocuksusundan.. üzerinde kocaman puntolarla "love? i invented it" yazan..

Perşembe, Aralık 01, 2005

derin bir çukur için çok acele sevgi aranıyor

dün gece arabada reyhan "lula hiç doyulur mu sevgiye?" dedi. biri ona "reyhan senin sevgiye bu kadar aç olmaman lazım." demiş. "öyle şey olmaz reyhancım," dedim, "sevgiye doymak demek, sevilmemeyi talep etmektir. ve kişi sevilmemeyi istiyorsa da sevmiyor demektir." durdu bir süre, sonra yağmur yağdı inceden. silecekleri çalıştırdıktan sonra "gözleri dönsün istiyorum beni görünce aşktan, bunu istiyorum." dedi. bir süre daha sessizlik oldu. ben çünkü düşünürken konuşamayan biriyim. konuşurken de düşünemediğim için hep saçmalıyorum sanırım. yine saçmalamamak için sustum. oysa diyecektim ki "içimizin en büyük çukuru sevgidir, aşktır, o çukur bir türlü düzlenmez. evet tıpkı o hikayedeki şeyh gibi.. ordaki şeyhin sarhoşluğu gibi. reyhancım, seni iyi hissettirecekse şayet ben en açım, hiç doymayan, hiç de doymayacak olanım. sevgi obezi olmayı talep ediyorum. evet, o derece.." ama ben pek tabii bu düşündüklerimin pek az bir kısmını söyleyebildim ona. söylesem de işe yarar mıydı bilemiyorum. işe yarar biri sayılmam ben çoğunlukla. en işe yaradığım alan annemin kavanozlarını açma dalında. kerpeten derdi annem bana eskiden. parmaklarım ince ama işe yarar diye. ne acıklı halbuki, bir dişiye kerpeten denmesi.. neyse, bak gördün mü reyhan, benim işe yararlığım bile hüzünlü.. hüzün en çok bana yakışıtığı için değil, hüznün içindeki çukuru bir tek ben doldurduğum için bunca beraberiz.. yoksa ilk sapaktan ayrılasım var ondan, bir daha hiç karşılaşmamayı dileyesim var, gördüğüm yerde karşı kaldırıma geçesim, adını duyduğumda da selam göndermeyesim var..

"sakla beni, bulmasınlar sabaha kadar" diyor şarkıda kadın. reyhan bak, o da aç.

neyse.. aslında ben neler anlatacaktım; neler neler... kaçan balık büyük mü hep? ya da ben kaçırdığım bir balığı büyüteçle arıyorum.. bulduğumda bir görüyorum ki, küçücükmüş aslı. evet evet, benim açtığım parantezler kurduğum cümlelerden daha çok yer kaplıyor. ve acı gerçek; benim gölgem aslımdan büyük. öyle günün belli saatleri de değil; her daim.. ben tam da şimdi çok küçük hissettim kendimi. çok çelimsiz. açık bir kapıyı kapatamıyorum gibi.. oysa derecelerim vardı, güç gerektiren alanlarda. hayranlıkla bakarlardı bana, o eller, o incecik bilekler nasıl açar o paslı kilidi diye..

ben ne çabuk yaşlandım ve yaşlılık ne de az yakıştı bana..