Pazartesi, Temmuz 31, 2006

rüya

"lula dün akşam rüyamda seni gördüm. sabah kalkınca bugün anlatırım lulaya dedim kendi kendime. anlatıcaktım da ama anlatamadım. hem işin vardı hem de konuşmak istemediğin anlaşılıyordu işte. neyse ben çok güzel gördüm seni rüyamda. dün babamla vapurla gelirken senden bahsettim. onu düşünerek yattım. ondan olsa gerek. böyle uzun bi sahil vardı lula. kumsaldı. o kadar uzundu ki ucu gözükmüyordu. öylece yürüdük. ama sen hiç konuşmadın. ben de. sonra yerde karıncalar gördük, eğilip baktık. karıncalar dans ediyordu. üstelik bi kalp şekli vardı, onun içinde dans ediyorlardı. dışına çıkmamaya çalışıyolardı sanki. oturduk yere onları izledik sonra. baya uzun bi süre oturmuşuz kafamızı hiç kaldırmadan. kaldırdığımızda güneş batmak üzereydi. hava kararıyordu yavaş yavaş. "normalde olsa çok korkarım" dedim ben sana sen de güldün yine. hiç konuşmadın lula ama çok mutluydun. ben sonrasını hatırlayamıyorum şu an. sabah hatırlıyodum oysa. neyse ben senin yüzündeki o ifadeyi çok sevmiştim. sonra babam beni kaldırdı galiba. ıslak elleriyle koluma dokundu. beni hep öyle uyandırır. sonra senin için dua ettim. sen bana da dua et e mi derdin. ama nasıl dua ettiğimi söylemeyeyim. öylesi daha doğru oluyormuş.
iyi ol lula olur mu?"

Cumartesi, Temmuz 29, 2006

bilemezler

"ne değiştirebildiğin, ne yardım edebildiğin, ne de terkedebildiğin bir kadını sevmenin ne demek olduğunu bilemezsiniz." R. G.

Cuma, Temmuz 28, 2006

masamdan

soğuk su: 50 adım
sıcak su: 50 adım
lavabo: 42 adım
çay: 76 adım
sıcak çikolata: 76 adım
deniz: 0 adım
cam: 13 adım
asansör 1: 82 adım
asansör 2: 84 adım
asansör 3: 89 adım
asansör 4: 91 adım
fotokopi: 9 adım
çıktı: 9 adım
uçurtma: sonsuz adım

Çarşamba, Temmuz 26, 2006

the bell jar

10:33

birini sevmeye önce burnundan başlıyorum.

12:35

birinden nefret etmeye önce ayaklarından başlıyorum.

12:41

ofiste, masa başında sıkılıyorum. pabuçlarımı çıkarıyorum. bazen bağdaş kuruyorum bazen kurmuyorum. sıkılınca beni rahat bıraksınlar istiyorum.

(bağdaş kuranlara burda iyi bakmıyorlar.)

13:41

ingilizce yapılmış bir röportajın deşifresi türkçe yapılmış bir röportajın deşifresinden daha sıkıcı ve uzun sürüyor.

13:67 (ne demek bu diye bakmayın, o demek işte)

tatildeki mesai arkadaşımın benim yoğun ısrarlarımla attığı kart geldi. şöyle demiş: "aaa, hadi çok oyalandın. artık haber yaz, sonra sıkılacaksın yetiştiremiyorum diye.." nasıl da bilmiş. tatilde olmayan mesai arkadaşlarıma sesli olarak okudum kartı. güldüler. "bana sıkıntı bastığını nasıl da bilmiş, di mi?" dedim. "sana her daim aşk bassın.." dedi s. "amin" dedim, hem içimden hem dışımdan. çikolata ısmarlayayım mı sana? diyerek geldi ö. ı ıh. haberi yetiştireceğim.

14:39

gorecki.

14:45

red bull'dan nefret ediyorum. öpüşen çiftlerden, magnum yediği halde ikram etmeyenlerden, kulaklık taktığım halde benle iletişim kurmaya çalışanlardan, iletişimin kendisinden, iletişememekten, q klavyenin on parmak kullanımına uygun olup olmadığı sorunsalından, gülben ergenden, küpe takmadığımda 'küpen nerde' sorusundan, "o kadar güzelsin ki sanat aşkı değil, aşkın sanatı sana daha uygun" cümlesinden, sanata ara vermiş olmaktan, kariyer için çocuk yapmayan kadınlardan, kariyerden, kar yağınca arabalarına zincir takanlardan... . . (liste uzuyor)

15:01

"i'll lose some sales and my boss won't be happy but i can't stop listening to the sound of two soft voices blended in perfection from the reels of this record that i've found every day there's a boy in the mirror asking me: what are you doing here? "

15:32

"bana bi üç vakit ver, öpmeye geleyim seni..."

17:04

red bull'dan hala nefret ediyorum ve hala magnum yemedim.

Cuma, Temmuz 21, 2006

sakin sakin..

bugünkü ağlama ihtiyacımı karşıladım. sakinleştim. yarın yine aynı saatte görüşmek dileğiyle, hoşça kalın... . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . .... .. . . . . . . . . ................ . . . . .. . . . ... . ... . . . . . . ...... ......... . ...... . . . . . .. . . ... . . . . . . . .... . . . . . . . . .. . . ... . ... . . . . . ..... . . . . .. . . . . . .. ... . .... ... . . . . . . . . . . ... .... . . ... . . . . . ............ . . . ... . . . . . . . . . .. . . .. .. .. .... ... ... . . . . . .

Perşembe, Temmuz 20, 2006

sobe

kimsenin izlemediği yerel bir televizyon kanalında, konuğuna “atmış milyon sizi izliyor” diyen spikerim ben şimdi biraz.

beni sevmediği için kızgın olduğum herkesi affettim. dün oldu bu. yatağa uzanmış, uykuyla uyanıklık arasında düşünürken. sonra içim geçmiş. ama işte uyumadan önce, son yaptığım şey bu oldu, kızgınlıklarımı bertaraf etmek. tavşanı olduğum dağlara beyaz mendiller açmak… onların dahil olduğu anıları tıraşlamak. sonra; al sana pürüzsüz, ipek gibi bir hatıralar denizi. olmasın istiyorsan olmaz. düşmesin istiyorsan geriye koyarsın kül tablasını. koruyacak bir şeyin varsa korursun, öyle aleni de değil, gözüne sokmadan kimsenin. ama anılarım kamuya açık benim. olmasın istesem olmaz. içten içe istiyorum, bilinsin. belki halka mal olursa, hani 60 milyon okuyor ya beni, herkesle paylaşırsam yani, benim olmaktan çıkar, başkasının olur, başkasının acısıyla acılanmak da derinliksiz yaralar açar. çabuk iyileşen… iyileşmek için başkası olmalı, kendime uzaktan bakmalı, yeterince mesafe koyduğumda da sempatik bulmalıyım o yabancıyı. insan kendini böyle sever. uzaklaşınca.

oluyor. odanın karşısındayım. uzaklaşıyorum. göz kırpma mesafesinden el sallama mesafesine geçmeye hazırlanıyorum. gözüm üstümde. yavaş ve emin adımlar. koltuktayım. benlerimle oynuyor, birleştirirsem nereye varacağımı hesaplamaya çalışıyorum. tori amos söylüyorum ama dinlemiyorum. ben söylüyorum ben dinlemiyorum gibi oluyor. gözü başka yerde. ayak parmaklarıma bakıyor. ayaklarımı beğendiği geliyor aklıma. hayır ben değil, ben değil. ben de beğeneceğim ama yavaş yavaş. önce içimi sonra dışımı seveceğim. yeterince seratonin salgıladığımda bunların hiçbiri olmayacak. ben de aynadaki de bir olacağız. sevmek aklıma bile gelmeyecek. sevgi insanın aklına gelen bir şey değildir çünkü. sevgi insanın başına gelir. ı ıh ikisi aynı şey değil. anladığınız halde anlattırmayın bana. maymun etmeyin beni. rica ediyorum. rica mı? ne dersem o. ne? dersem: o… demediklerim de benim. dediğim ya da demediğim şeylerin bütünüyüm. söylersem söylediğim, söylemezsem söylemediğimim. canım isterse sonsuz konuşur, istemezse ölümüne susarım.

“çirkin olduğum için aynaya bakmazsam; güzelim”

rüyamda başka kadınları ayartan erkekleri sevmediğim gibi, sevdiğim adamları rüyasında ayartan kadınlardan da hoşlanmıyorum. bazen küme o kadar büyüyor ki kesişecek başka bir küme kalmıyor, hepsini kapsıyor. bir ben kalıyorum dışarıda, bir başıma. boşum, tüm boşluğumla yine de kümeyim diye avutuyorum kendimi. avunduk da ne oldu diyor içimdeki ses. ı ıh, soru işareti yok sonunda. o avunduk’a ne oldu bilmiyorum. decoder istiyor sayın okuyucu. anlamıyor değil ama anlamamazlıktan gelmede rakip tanımıyor. istediği decoderi vermiyorum. anlamsız olan bütünün parçaları da anlamsızdır diye bir şey yok. iki negatif toplanırsa daha negatif, çarpışırsa pozitif olur. ve aşk iç şüphe yok çarpışmadır. ters yönde aynı hızla giden iki araçtır sevenler. ilk ölen gazeteye sarılır. son ölen ebedir, başkasına çarpmak üzere yol alır.
…..
sincerely,

l.

(konuşurken de konuşmazken de çekilmiyorum.)

Çarşamba, Temmuz 19, 2006

XS

gömleğim o kadar dar ki hapşıramıyorum.

Salı, Temmuz 18, 2006

half man half biscuit

öksürük şurubu gibiyim. tatlıyım ama yapay.

Cumartesi, Temmuz 08, 2006

"sarılmasını bilen adam iyi adamdır"

haklı. biri bize sarılmayacaksa ağlamanın hiçbir anlamı yok.

Çarşamba, Temmuz 05, 2006

lula izinli bu ara

hastayım. iki gündür gitmiyorum işe. izin aldım gazeteden. canım sıkılıyor. beni arıyorlar gazeteden, "daha iyileşmedin mi sen?" diye. iyileşemedim daha diyorum. sabah hazırlandım halbuki. kapıya kadar geldim. babam "nereye?" dedi, "iyileşmeden gitme". söz dinledim. gitmedim. iki gündür yattığım için yatağı görmek istemedim. o yüzden bilgisarayı açtım. nerde mi hasta oldum? urfa'da. haftasonu urfa'ya gittik. gezdik. güzeldi de. ama beni sivri sinekler ısırdı ve üşüttüm. kimseye bir şey olmadı ama benim ayağım davul gibi şişti. pazartesi sabahı tüm hasarımla gazeteye gittim. jel al dedi teyzemin eşi, ki doktordur kendisi. onun adını verdiği jeli almak için eczaneye gidecektim. topluca dalga geçtiler benle. tüm haber merkezi. yok eğer ben isterseymişim sağlık bakanını getirtirlermiş... annem yok iki gündür. yazlıkta kendisi. babamla kalıyoruz. ablam ben babam. hazır çorba, hazır yemek.. bu akşam gidelim biz de artık dedi babam. ben pek istemiyorum. şöyle ki, ordan nasıl gidip geleceğim işe? giderim de gelirim de ama işte saatler sürecek. vespam da yok hala.. yalnız sıkıcı insanlar sıkılırlar diyor içimden bir ses. sıkıcıyım ve sıkılıyorum. ve daha fazla hazır çorba içmesem diyorum... sonra sabahları gülümseyerek uyanmak istiyorum. cam açık yattığım halde terlemeden uyansam diyorum. sonra burcu esmersoy'un bir sarışın ne kadar akıllı olabilirse o kadar akıllı olduğunu düşünüyorum. güzel falan da bulmuyorum. en güzel sarışın marilyn monroe, bir de diğer bütün kadınlar o olmaya çalışıyorlar. evet böyle düşünüyorum. bir de yersiz bir sinir hakim bana bugünlerde, niye bilmiyorum. ne kendimi ne de başkasını seviyorum. bol su içiyorum ama. iyileşmek için. nemrut'ta güneşin doğuşunu izlediğim için teşekkür ediyorum Allah'a. şanslıyım diyorum içimden. ama keşke bütün fotoğraflarda üzerimdeki o aptal battaniyeyle çıkmasaydım, değil mi? ama üşürsün demişti telefonda elif, yok hayır o değil, urfalı olan. evet işte o demişti ki muhakkak üzerine kalın bir şey al. ama annemin hazırladığı valizde yoktu kalın bir şey. resepsiyona gittim, şal istedim. yok deyince adam ben de böyle durumlarda hazırol duruşuna geçen yavru kedi bakışımla "n'apıcam ben o halde? çok soğukmuş orası" dedim. acıdı mı bilmiyorum, "bize çaktırmadan battaniyelerimizden birini alabilirsiniz" dedi. öyle yaptım ben de. elimde otelin battaniyeleriyle iyi geceler diyerek çıktım otelden. sonrası bir roman... nemrut; güneş'in şımarttığı yer.. insanlara anlam veremedim. hepsinin elinde ya kamera ya fotoğraf mainesi ya da telefonları. hepsi bir ekrandan izliyordu güneşin doğuşunu. acıdım onlara. üşüyordum ama bir haysiyetim vardı. üşüyordum ama gözümü ayırmıyordum o iki dağın arasından. üşüyordum ama hissediyordum. neyse. kimin umrunda şimdi. hastayım ve kimseye geçmiyor nazım.