iyi ol lula olur mu?"
Pazartesi, Temmuz 31, 2006
rüya
iyi ol lula olur mu?"
Cumartesi, Temmuz 29, 2006
Cuma, Temmuz 28, 2006
Çarşamba, Temmuz 26, 2006
the bell jar
10:33
birini sevmeye önce burnundan başlıyorum.
12:35
birinden nefret etmeye önce ayaklarından başlıyorum.
12:41
ofiste, masa başında sıkılıyorum. pabuçlarımı çıkarıyorum. bazen bağdaş kuruyorum bazen kurmuyorum. sıkılınca beni rahat bıraksınlar istiyorum.
(bağdaş kuranlara burda iyi bakmıyorlar.)
13:41
ingilizce yapılmış bir röportajın deşifresi türkçe yapılmış bir röportajın deşifresinden daha sıkıcı ve uzun sürüyor.
13:67 (ne demek bu diye bakmayın, o demek işte)
tatildeki mesai arkadaşımın benim yoğun ısrarlarımla attığı kart geldi. şöyle demiş: "aaa, hadi çok oyalandın. artık haber yaz, sonra sıkılacaksın yetiştiremiyorum diye.." nasıl da bilmiş. tatilde olmayan mesai arkadaşlarıma sesli olarak okudum kartı. güldüler. "bana sıkıntı bastığını nasıl da bilmiş, di mi?" dedim. "sana her daim aşk bassın.." dedi s. "amin" dedim, hem içimden hem dışımdan. çikolata ısmarlayayım mı sana? diyerek geldi ö. ı ıh. haberi yetiştireceğim.
14:39
gorecki.
14:45
red bull'dan nefret ediyorum. öpüşen çiftlerden, magnum yediği halde ikram etmeyenlerden, kulaklık taktığım halde benle iletişim kurmaya çalışanlardan, iletişimin kendisinden, iletişememekten, q klavyenin on parmak kullanımına uygun olup olmadığı sorunsalından, gülben ergenden, küpe takmadığımda 'küpen nerde' sorusundan, "o kadar güzelsin ki sanat aşkı değil, aşkın sanatı sana daha uygun" cümlesinden, sanata ara vermiş olmaktan, kariyer için çocuk yapmayan kadınlardan, kariyerden, kar yağınca arabalarına zincir takanlardan... . . (liste uzuyor)
15:01
"i'll lose some sales and my boss won't be happy but i can't stop listening to the sound of two soft voices blended in perfection from the reels of this record that i've found every day there's a boy in the mirror asking me: what are you doing here? "
15:32
"bana bi üç vakit ver, öpmeye geleyim seni..."
17:04
red bull'dan hala nefret ediyorum ve hala magnum yemedim.
Cuma, Temmuz 21, 2006
sakin sakin..
Perşembe, Temmuz 20, 2006
sobe
…
beni sevmediği için kızgın olduğum herkesi affettim. dün oldu bu. yatağa uzanmış, uykuyla uyanıklık arasında düşünürken. sonra içim geçmiş. ama işte uyumadan önce, son yaptığım şey bu oldu, kızgınlıklarımı bertaraf etmek. tavşanı olduğum dağlara beyaz mendiller açmak… onların dahil olduğu anıları tıraşlamak. sonra; al sana pürüzsüz, ipek gibi bir hatıralar denizi. olmasın istiyorsan olmaz. düşmesin istiyorsan geriye koyarsın kül tablasını. koruyacak bir şeyin varsa korursun, öyle aleni de değil, gözüne sokmadan kimsenin. ama anılarım kamuya açık benim. olmasın istesem olmaz. içten içe istiyorum, bilinsin. belki halka mal olursa, hani 60 milyon okuyor ya beni, herkesle paylaşırsam yani, benim olmaktan çıkar, başkasının olur, başkasının acısıyla acılanmak da derinliksiz yaralar açar. çabuk iyileşen… iyileşmek için başkası olmalı, kendime uzaktan bakmalı, yeterince mesafe koyduğumda da sempatik bulmalıyım o yabancıyı. insan kendini böyle sever. uzaklaşınca.
oluyor. odanın karşısındayım. uzaklaşıyorum. göz kırpma mesafesinden el sallama mesafesine geçmeye hazırlanıyorum. gözüm üstümde. yavaş ve emin adımlar. koltuktayım. benlerimle oynuyor, birleştirirsem nereye varacağımı hesaplamaya çalışıyorum. tori amos söylüyorum ama dinlemiyorum. ben söylüyorum ben dinlemiyorum gibi oluyor. gözü başka yerde. ayak parmaklarıma bakıyor. ayaklarımı beğendiği geliyor aklıma. hayır ben değil, ben değil. ben de beğeneceğim ama yavaş yavaş. önce içimi sonra dışımı seveceğim. yeterince seratonin salgıladığımda bunların hiçbiri olmayacak. ben de aynadaki de bir olacağız. sevmek aklıma bile gelmeyecek. sevgi insanın aklına gelen bir şey değildir çünkü. sevgi insanın başına gelir. ı ıh ikisi aynı şey değil. anladığınız halde anlattırmayın bana. maymun etmeyin beni. rica ediyorum. rica mı? ne dersem o. ne? dersem: o… demediklerim de benim. dediğim ya da demediğim şeylerin bütünüyüm. söylersem söylediğim, söylemezsem söylemediğimim. canım isterse sonsuz konuşur, istemezse ölümüne susarım.
“çirkin olduğum için aynaya bakmazsam; güzelim”
rüyamda başka kadınları ayartan erkekleri sevmediğim gibi, sevdiğim adamları rüyasında ayartan kadınlardan da hoşlanmıyorum. bazen küme o kadar büyüyor ki kesişecek başka bir küme kalmıyor, hepsini kapsıyor. bir ben kalıyorum dışarıda, bir başıma. boşum, tüm boşluğumla yine de kümeyim diye avutuyorum kendimi. avunduk da ne oldu diyor içimdeki ses. ı ıh, soru işareti yok sonunda. o avunduk’a ne oldu bilmiyorum. decoder istiyor sayın okuyucu. anlamıyor değil ama anlamamazlıktan gelmede rakip tanımıyor. istediği decoderi vermiyorum. anlamsız olan bütünün parçaları da anlamsızdır diye bir şey yok. iki negatif toplanırsa daha negatif, çarpışırsa pozitif olur. ve aşk iç şüphe yok çarpışmadır. ters yönde aynı hızla giden iki araçtır sevenler. ilk ölen gazeteye sarılır. son ölen ebedir, başkasına çarpmak üzere yol alır.
…..
sincerely,
l.
(konuşurken de konuşmazken de çekilmiyorum.)
Çarşamba, Temmuz 19, 2006
Salı, Temmuz 18, 2006
Cumartesi, Temmuz 08, 2006
Çarşamba, Temmuz 05, 2006
lula izinli bu ara
ezi. yok eğer ben isterseymişim sağlık bakanını getirtirlermiş... annem yok iki gündür. yazlıkta kendisi. babamla kalıyoruz. ablam ben babam. hazır çorba, hazır yemek.. bu akşam gidelim biz de artık dedi babam. ben pek istemiyorum. şöyle ki, ordan nasıl gidip geleceğim işe? giderim de gelirim de ama işte saatler sürecek. vespam da yok hala.. yalnız sıkıcı insanlar sıkılırlar diyor içimden bir ses. sıkıcıyım ve sıkılıyorum. ve daha fazla hazır çorba içmesem diyorum... sonra sabahları gülümseyerek uyanmak istiyorum. cam açık yattığım halde terlemeden uyansam diyorum. sonra burcu esmersoy'un bir sarışın ne kadar akıllı olabilirse o kadar akıllı olduğunu düşünüyorum. güzel falan da bulmuyorum. en güzel sarışın marilyn monroe, bir de diğer bütün kadınlar o olmaya çalışıyorlar. evet böyle düşünüyorum. bir de yersiz bir sinir hakim bana bugünlerde, niye bilmiyorum. ne kendimi ne de başkasını seviyorum. bol su içiyorum ama. iyileşmek için. nemrut'ta güneşin doğuşunu izlediğim için teşekkür ediyorum Allah'a. şanslıyım diyorum içimden. ama keşke bütün fotoğraflarda üzerimdeki o aptal battaniyeyle çıkmasaydım, değil mi? ama üşürsün demişti telefonda elif, yok hayır o değil, urfalı olan. evet işte o demişti ki muhakkak üzerine ka
lın bir şey al. ama annemin hazırladığı valizde yoktu kalın bir şey. resepsiyona gittim, şal istedim. yok deyince adam ben de böyle durumlarda hazırol duruşuna geçen yavru kedi bakışımla "n'apıcam ben o halde? çok soğukmuş orası" dedim. acıdı mı bilmiyorum, "bize çaktırmadan battaniyelerimizden birini alabilirsiniz" dedi. öyle yaptım ben de. elimde otelin battaniyeleriyle iyi geceler diyerek çıktım otelden. sonrası bir roman... nemrut; güneş'in şımarttığı yer.. insanlara anlam veremedim. hepsinin elinde ya kamera ya fotoğraf mainesi ya da telefonları. hepsi bir ekrandan izliyordu güneşin doğuşunu. acıdım onlara. üşüyordum ama bir haysiyetim vardı. üşüyordum ama gözümü ayırmıyordum o iki dağın arasından. üşüyordum ama hissediyordum. neyse. kimin umrunda şimdi. hastayım ve kimseye geçmiyor nazım. 


