Perşembe, Nisan 05, 2007

yorgun hatıra

simdi, tut ki, o uyuyor. saatler dördü yirmi geçiyor. mesela o şimdi, saatten habersiz rüyalar görüyor. beni görüyor misal. bana bir araba çarpacak gibi oluyor. böylesi bir durumda onun yüreği cız ediyor. bana bir hayli kızıyor. uyanınca kızacak bir şey olmadığını fark edip, bir daha sekmesen trafikte, diyor.. sonra belki, yüzünde bulut gibi bir gülümsemeyle, “bambi, my darling, what’s up?” diye mesaj atıyor. elbette gülmeler bulaşıcıdır. bana hemen bulaşıyor. elbette, ne güzel bir kelime diyor. herkes bir zaman, farkında olmadan, bir başkasını anımsatıyor. bir sabah, çantanı hazırlarken misal, andrew bird çalıyor. peşi sıra zihninde geçmiş bir doğum günü canlanıyor. işte, tut ki o doğum gününü tekrar yaşıyorsun. hızlı çekim. uyanmalar, kahve, çay ve pasta ve insanlar ve yalnızlık ve bir film ve tekrar yalnızlık, tekrar insanlar, telefon konuşmaları, tekrar bir dolu ıvır zıvır. çok şükür, hızlı çekim. ama sonra yatağa uzandığını hatırlıyorsun. dünün bugünden ne kadar farklı olduğu dank! ediyor. elbette farklı olacak budala, diyen biri çıkıyor karşına. ne demek istediğini anlatmak zorunda olmak ne sıkıcı. sıkıldığını biliyorum. saatler geçiyor. saatler zamanı var ediyor. ya da tam tersi. ama geçiyor. hem saatler hem zaman, hem dünler, hem bugünler, hem izlenmiş bütün filmler, görülmüş bütün şehirler, bütün insanlar, bütün tanışmalar, bütün hatırlamalar, bütün ne demek istedinler, alolar, efendimler, seni ne çok özledimler, kart postallar, nasılsınlar, idare ederimler, bir bardağı yıkayıp çevirmeler, suyun sızmasını beklemeler, bir hatırayı hatırlamalar, hatırayı hatırlaya hatırlaya yormalar… bütün bunlar geçiyor.
bir şeyin geçmesi bir daha geri gelmeyeceği anlamına gelmez. bütün dünler gerisin geri yarın oluyor.

Hiç yorum yok: