Perşembe, Aralık 22, 2005

deve tabanı

sıkıntıdan oluyor hep. başka şeyler yapasım vardı önce. kurabiye yapacak kıvamdaydım işin aslı. mutfakta bir kaç anlamsız tur bile attım. vanilya ve kabartma tozunu çıkarttım, unu eledim. ama olmadı. devam edemedim. "başladığın bir işi bitirsen ya bi kez olsun" dedi annem. sustum. bir kaç kişiyi aramak geçti aklımdan, vazgeçtim. yağmur yağsın mı yağmasın mı bilemedim. yağdı mı yağmadı mı görmedim. çiçeklerin tozunu aldım. deve tabanının bitişiğindeki o adını bilmediğimin tozunu daha iyi aldım. dayım getirmiş. miş. miş. çiçek duruyor hala, "ne tuhaf" dedim, ama içimden. biz taşındık, dayım gitti, biz salona yeni mobilyalar aldık, dayım dönmedi, biz telefon numaramızı değiştirdik, dayım dönmedi, biz sanırım artık umut etmenin bile bir süresi olduğunu öğrendik, annem hariç, ama dayım dönmedi. "bunları düşünmesem ya" diye düşündüm. reyhan'a mesaj çektim. "bayan bunları sen mi yazdın?" dedi. "benim benlerime sen dese olmaz mı?" dedim, yine içimden. reyhan'a ise başka bir şey dedim. sonra camdan baktım, ağlasam mı ağlamasam mı bilemedim. geçen kış yüzümü ısıran köpek camdaydı. ona baktım. o da bana baktı mı bilmiyorum. dili dışardaydı. "hiç kızgın değilim sana" dedim. duymadı. "üzerinden zaman geçti diye değil, inan o zaman da kızgın değildim. sadece korkmuştum. hastane koridorları çok acımasızdı, hem yüzüm kanıyordu.. babam anlam veremiyordu niye ısırıldığıma; her zaman seviyordum ben seni, nie o gece ısırdın sahi?" .. bunlar anlamsız şeyler.. iz bile kalmadı yüzümde. belki kalsın isteyebilirdim. böyle; sanki, hiç kullanılmamış gibiyim. devren satılıkmışım gibi. bana ait yaralar daha fiyakalı gösterebilirdi belki beni. çok şükür dizlerimde morluklar var. ayıptır söylemesi, bu yaşa geldim hala daha bir yerlere çarpmada rakipsizim. hala daha çarpınca aynı buruşuk ifade oturuyor yüzüme.. hala daha bir şey olacak sanıyorum, yeni bir şey.. alışmak gibi.
.
annem ne karşımda ne de yanımdaydı masada. "L" gibiydik. ben mandalina soyar gibi yapıyordum, o soyuyordu sanıyorum. ben ağlamaya başladım. anlam veremedi. anlam vermediğini her söyleyişinde biraz daha anlamsızlaşıyordu sıkıntım. masadan kalktım. "o kurabiyeleri yapsa mıydım?" diye geçirdim içimden. "düşünmüyor sayılırım" dedim. bunu sesli dedim galba, çok net hatırlamıyorum. kendinden sıkılmanın bile adabı olmalı gibi geldi. bunu bile kurallarına uygun yapamıyorsam, ne bileyim başka şeyler yapsam. öğretmen olsam, tahtaya ders, konu yazsam, iki nokta üst üste koysam, süre hep aynı olsa ama konuları yetiştirmek hiç nasip olmasa.. burak en ön sırada olmasına rağmen tahtayı göremese, gözünü kıssa, yanına gitsem yardımcı olayım derken tepem atsa; rahmi burcu'nun saçını çekmeden üç saniye evvel "hey bebek, gözün ne renk?" dese.. ayrılacağım günün öncesinde fellik fellik fenerbahçe forması arasam ben rahmi'ye.. yine de bulamasam.. böyle şeyler işte.. hmm? daha mı iyiydi ne? değildiyse niye sıkılıyorum bunca zamansız.. ya da ben ağlamaya yakın hissetsem bunu, önlem alsam, kütüphanemi döksem, tozunu alsam, çekmecelerimde üst üste binen ne varsa çöpe atsam.. bir formül bulsam, kendimle başa çıksam.. aynı şarkıyı 23. kez dinlemesem. dinleyeceksem bile başka şarkı olsa bu, needle in the hay olmasa..
.
kalkıp çay koysam ya ocağa.
.
"-ne çok benin var senin.
-sen onlara sen demelisin."

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Sen üzülme, bu defa ben yaparım kurabiyeleri sana...sen canın kurabiye isteyince aramasan da...

h.