Pazar, Ocak 15, 2006

hüznün rengi laci mi?

power xl dinliyor benim annem. ben seviyorum diye, tanju okan ile ayten alpman çıktığında bana da sesleniyor. ama bazen beni sinir etmek için kayahan çıktığında da çağırıyor. offlayıp geri gidiyorum ama o yine de eğleniyor. bir de çok içli eşlik ediyor; ağladı ağlayacak. bazen. bazen de neşeli oluyor. ne diyorum ben? hep kayahan'ın suçu. ne dediğimi bilmez olduysam hep onun başı sonuna, sonu hiç bir tarafına uymayan uyaklarının yüzünden. ben aslında yine sızlanacaktım. ama ne diye sızlanacaktım unuttum şimdi. yaşlanıyorum galiba. merdiven basamaklarının ortasında 'ben niye yukarı çıkıyordum?' diye sorabiliyorum kendime mesela. neyse. benim annem erol evgin severmiş eskiden. babam hala hazzetmiyor o adamdan. geçen gün anneme sordum: "anne hala beğeniyor musun bu adamı? zira hala aynı saç aynı sıkıcı bakış.." ne cevap verdi hatırlamıyorum. diyorum ya belleğim yarı zamanlı çalışıyor. rıdvan beni finding nemo'daki dory'ye benzettiğini söyledi. niyeymiş anladım şimdi. ama sorunca hayır unutkanlığından değil demişti.. bilemedim şimdi. gerçi uzun bir cümleyse kuracağım arada mola verir oldum ama çayı az içtiğimde. yoksa dakikada 48 anlamlı cümle kurabilen biriyim ben. ne işime yararsa kurduğum cümleler? büyüdüm ben dedim dün elife. nasıl dedi, işte öyle dedim. eskiden yaptığım, okuduğum, yediğim, içtiğim şeyler bir başka geliyor. sanki ben bir kara delikten geçtim geri döndüm gibi. ben bile bir tuhaf geliyor bana.. söylediğim bir söz üç saniye sonra bana ben ne dedim dedirtiyor. ya da belki bu büyümek değil, düpedüz küçülmek. canım hiçbir şey istemiyor. beyaz bir koltuk istiyorum, beyaz bir balkona bakan. uzun uzun susayım, hayat siyah beyaz bir chaplin filmi gibi olsun.. düşenler, gülenler, bakanlar.. hep bir alt metni olsun her şeyin ama ben görmek istemeyeyim. istesem bile görmeyeyim. evet, bunu istiyorum. hayatım başkasının hayatına dışardan bakmak gibi olsun. hiç bir şeye dahil etmeyeyim kendimi. kumanda bile bende durmasın. ı ıh, düşündüm yine, bu büyümek değil. belki ihtiyarlamak ama büyümek değil. içim geçiyor yavaş yavaş. korkarım öyle. bugün elif "sende bir şey var, hiç güzel bakamıyorsun" dedi. ya da öyle bir şey.. çektiği tüm fotoraflarda yorgun ve yoksun çıkmışım. belki paragraf başı yapmayı unutuğumdan, belki hiç hatırlamadığımdan.. ama canım çok sık sıkılmaya başladı. teyzem aradı, "geçerken alayım mı seni?" dedi. "alma" dedim, "ben gelirim sana yarın.". ne boş konuşuyorum ben. aslında ben bugün çok keyifliydim. dün elif beni aldı götürdü. nasıl denir şey gibi, ah evet, elif işte öyle kara delik gibi. yanındayken başka bir boyutta dolanıyor insan. o başka boyutun kendisi elif galiba. neyse. bu saçma fotoraf da benim fotoraftan anlamadığımın resmidir. şilep görünca dayanamadığımın ya da.. küçükken ben, biri bana "şu şilep var ya, gözyaşlarımla dolu" demişti. sanırım ondan beri şilepleri hep çok hüzünlü buluyorum. hep haddinden fazla canı sıkkın. halbuki öyle değiller belki. hepsi kayahanın suçu diyorum inanmıyorsunuz.. beni bu hale getirdi.. ne görsem hüzünleniyorum. hüznün kendisi bile benim kadar kederlenmiyordur adı anıldığında.. şilepmiş, lacivertmiş, boğazdaki kırmızı yalılarmış, ajiaymış, on numaralı asma katlı odalarmış.. hayat ne kadarmış? balkondan sarkmak kaç yaşa kadar yasalmış? biri kahvemize şekeri fazla atsa canımıza kanca, dilimize yosun mu takılırmış? sahi türk kahvesi günde kaç ölçü içilmeliymiş? kaçında üç vakit, kaçında deniz atı çıkarmış? bir masalın kahramanı olmaya çalışmak hangi eksik aklın uydurmasıymış?
es
es
es
.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

dalgalardan bir yükselip bir alçalan avare kayık mı? veya şilep. isteğe bağlı, ya da bağımsız. önemli mi?
asıl mesele kayık mı? deniz mi?
yoksa avarelik mi?

bütün günlük yazıları aynı girdaba doğru gidiyor.
veya karadelik mi?

lula dedi ki...

ı ıh, olmaz öyle bir okur, iki okur demek. kimlik deşifresi şart bu sayfada. değildiyse bile artık böyle. şimdi rica etsek:

"kutu kutu pense elmayı yerse
arkadaşım bir okur
adını lütfetse.."

l.