bugün eve dönerken yine pek çok saçma şey düşündüm. ama önce sabahı anlatmalıyım. ne anlatacaksam. yine girişte kartım işe yaramadı. yine geçici kart verdiler bana. ben de yine mızlandım.. sonra çok yorulacağımı bilmediğim iki habere gittim. sonra gelirken yolda uyumayı denedim. doktoru arayıp geç kalacağımı söyledim. bu da işe yaramadı. randevumu çarşambaya aldı. bu cümleleri kurarken aklıma hep haber müdürümün lafı geliyor: "kısa cümleler lula. kısa. eve gidince kısa cümlelerle gününü anlatmayı dene.." şaka gibiydi. hatta arsız bir sırıtış yerleşmişti yüzüme bana bunları deyince. ama tabii o bilemezdi benim niye sırıttığımı. ben ezelden beri kısacık cümleler kuruyordum. şebnem ferah o albümü yapmayı düşünmemişti bile daha.. ama işte ben, bu kısa cümlelerin sahibi, gazetede destanımsı şeyler yazıyordum. tamamen sıkıntıdan. sıkıntıdan yaptığım başka şeyler de vardı...
geçen akşam üstü işim bitmiş bir arkadaşımla kısa, bakın altını çiziyorum, kısa cümlelerle mesajlaşıyorduk. sonra bir baktım arkadaş gitmiş. mail attım. şöyle:
"subject: sinyalden sonraki mesaj
nereye kayboldun? neyse mühim değil. ben de çıkıyorum birazdan. can sıkıntım ve ağrıyan başımla.."
tamam buraya kadar her şey iyiydi. bundan sonrası da iyiydi aslında. ama ertesi gün sent mail dosyasına bakarken bu maili gördüm. ama arkadaşıma gittiğini göremedim. şefe yollamışım. birden yüzüm kızardı, karnımda sancı, ayaklarımda kaşıntı peydah oldu. ne salaktım ben. en salak...
böyle şeyler işte, gün içersinde başıma gelenler. saçma ve sapan. anlamsız ve gelişi güzel. hani bahsetmiştim bir kez, beni görünce asıla asıla el sallamıştı servisinden. işte o bana dedi ki geçen gün, sen başak burcusun. nerden bildin dedim. çatlaksın, ordan bildim dedi. bozuldum ama bir şey demedim. yoo hayır kötü değil dediğim dedi. dengesizmişim ama bu beni çok güzel yapıyormuş. misal, saçımı beğenmediğini söyledikten sonra bambaşka bir konuşma içersinde birden oraya dönebiliyormuşum. senin burcun ne, yay mı? mm o zaman koç.. boğa mı? hiç anlaşamam boğalarla. annem boğa. ama kimse annesiyle anlaşamaz zaten, bu bir ölçü sayılmaz. hadi gel saçımı toplayalım. işte bu benim dengesiz olduğumu gösteren bir diyalogmuş.. neyse. neyse. neyse. se. se. se.
bugün eve dönerken içimde her zamankinden dediğim sıkıntıyla, sevebileceğim şeyleri düşündüm. üşümemeyi seviyordum. ellerimi cebimde değil birbiri üstüne getirerek göğsümde tutmayı seviyordum. karşıya geçmenin zor olduğu bir caddede bana yol verilmesini seviyordum. bunu herkes sever sersem. herkesin sevdiği şeyleri sevmeyi seviyordum. müzik dinlerken eşlik etmeyi seviyordum. yalnızken dansetmeyi seviyordum. dansederken güvenlik görevlilerini beni izlerken görmeyi sevmiyordum ama sevdiğim bu kadar şeyi bulmuşken bunu önemsemedim. çantamın içini görmeyi sevdim mesela en son. dayanamdım fotoğrafını çektim. güler yüzlü çalışanları da seviyorum. asansörün kapısı kapanmak üzereyken ayağımı uzatıp kapıyı tekrar açmayı seviyorum. koşup hızımı aldıktan sonra granitin üstünde kaymayı seviyorum. ayşegülle konuşup gülmeyi seviyorum. onun benle konuşma şeklini de seviyorum.. bir köşe yazarıyla tanışmamın ardından:
ayşegül: söyle bakalım nasıl böyle kendine güvenlisin sen?
lula: ben aslında çekingenimdir.. (söylediğine şaşırmıştım cidden)
ayşegül: ne zamanlar? uyurken mi?
lula: (gülmeler)
neyse. lafı yine çok uzattım. gazetecilik, dedim, gelirken birine, evlilik gibi sanırım, ilk elli yılı zor geçiyor, sonra alışıyor insan.. gülmedi. bir iki yıl dedi. sonrası kolaymış.
son olarak çok sevdiğim, deli olduğumu düşünmeseler sarılıp öpüp yanaklarını sıkacağım haber müdürümden bir söz:
"sokağın hafızası zayıftır"
1 yorum:
sokağın hafızası zayıfmışsa madem, içimden dışımdan ağlayarak geçtiğim ve bazen tam da bu sebepten geçemediğim sokaklarla aramdaki ilişki ne kadar da tek taraflıymış. çoktan terkedilmişim haberim yokmuş. unutulmuşum, unutamamışım. yazıkmış. sokakmış unutamadığım. sokak diyip geçemediğim.
Yorum Gönder