Perşembe, Haziran 03, 2010

horchata

"en çok sevdiğim şeyleri sıralayabilirsem, becerebilirsem; yağmur sonrası kokusu dolacak içime." demişim vaktiyle. insanın eski yazılarını okuması çok tuhaf. sanki başkasının gibi. aynı sen değilsin zaten. hayatın, içindekiler, etkileri, yan etkileri, değişiyor. varlığın değişiyor. sen yine sensin. gülersen başını geriye atıyor, küsersen gözlerini uzaklara dikiyorsun, aşıksan sokak ortasında elini mikrofon yapıp şarkılar söylüyorsun, sen sensin işte ama değişiyorsun. bir hayatı kurmaya çalışıyorsun. bir hayatı ellerini kanırta kanırta kurmaya çalışıyorsun. evet, yaşlanıyorsun, saçların ağarıyor hafiften, gözlerine bir durgunluk iniyor ama işte sen sensin, camın arkasından sana bakmazsa tıklatıp dil çıkarıyorsun, araba yeterince hızlıysa elini camdan çıkarıp parmaklarını açıyorsun. sevdiklerin yine orada. sarılıp öpüyorsun. her sabah o muhtekulade kahve fincanında, evet, özden'in hediye ettiği o biricik, eşsiz kahve fincanında türk kahveni içiyorsun. her akşam aynı kararlılıkla panjuru açıp köprünün ışıkları duvarına dolsun istiyorsun. sen gene sensin işte. kolların gene incecik, omuzların dar. gene çok istesen de beceremiyorsun sol gözünü kırpmayı, sigara içmeyi. ama değişiyorsun işte. önceliklerin değişiyor, önce sonra değil mesele, bir elmayı neresinden tutarsan tut onu yersin ama onu tuttuğun yer değişiyor. demek istediğim ellerin aynı el, ayakların aynı ayak, saçların aynı saç ama sen işte tüm o aynılığın içinde, aynı lula olamıyorsun. yaşanmışlık en büyük değişken olarak hayatına yerleşiyor. gördüklerin duydukların dokundukların seni başkalaştırıyor. içlenerek söylemiyorum, lanetli birşey değil bu. yaşamın ta kendisi. diyeceğim o ki, melankoli bile bir süre sonra taşınmak istiyor. yağmur sonrası kokusu da en fazla üç saat sürüyor. bütün güzellikler tekrar gelmek üzere yanını yöreni terkediyor. bir tek sen kalıyorsun kendine, eline ayağına saçına.. kendi kendine en iyi oyalanan insan en güzel insan oluyor işte bu yüzden. burası bir nöbet yeri değil rıdvan, nöbetimiz bitince gidecek değiliz. burası mecburi istikamet değil. burası lütuf, burası sevdiklerimizin elini tuttuğumuz, bileklerine resimler yaptığımız bir yer. burası nöbet yeri değil.

2 yorum:

Unknown dedi ki...

biz askerde nöbet tutuyorduk. elimizde içinde mermi olmayan bir tüfek olurdu. bazen küçük bir kulübenin içinde, bazen de onun etrafında daireler çizerek vakit geçiriyorduk. sigara, yemek, okumak yasaktı. bazen de ben nöbet geçiriyordum. ama bu, komutanların değil, allah'ın emriydi, o yüzden çok yadırgamadım, ama üzülmedim de diyemem. allah'ın emirleriyle komutanlarınki arasında bir fark var. bu emirlerin sahiplerini karıştırsaydım ya da bu ikisinden birinin görevim olduğunu düşünseydim, bu delice olurdu. ya da ayıp olurdu. bir şeyin kendi görevi olduğunu gerçekten bilen insanın bir daha konuşmaya ihtiyacı olmaz..

bence bu şarkı hepimize çok iyi gelecek :)

http://www.coreaction.com/index.php?page=videos&section=view&vid_id=101297

lula dedi ki...

who gives a fuck about an oxford comma, emre???