Cuma, Eylül 16, 2005

bu sefer başlıksız olsa?

aslında her şey bu kadar trajik değildi aziz okurum; ama bir şeyi abartmadan anlatmanın imkanı yoktur, sen bunu benden daha iyi bilirsin. gercekler can sıkıcı ve bayattır. doğum günüm elbette kutlandı, elbette çok sevdiğim ve tarafından sevildiğim insanlarca -bir kısmından doğum günü tebriğimi çalarak almış olsam da-. iki kez pasta kestim, üç kez mum üfledim ve sayısız kez sarıldım, sarılındım. sorun bu değil. sorun benim kodlarımmış, öyle diyor biri. ayarlarımın düzelebilmesi için kodlarımın gün ışığına çıkması şartmış. her neyse; konu bu değil. konu neydi unuttum. ablam londra'ya gitti. yine. konuş onunla'yı izlemek istedi canım şimdi.

her neyse. bu sabah erken kalktım. gece fazlaca sağa sola dönmekten sanırım, saçlarım ağzımda uyandım. hazırlandım. fatma'yla buluşacaktım, sultanahmet'te. caddede çok ciddi bir trafik vardı. taksiye bindim. "caddede trafik var sanırım", dedim -ne aptalca bir cümleydi-. "evet" dedi, "kaza olmuş, yan yoldan gidelim.". taksi şoförleriyle konuşmak gibi bir huyum yoktur genelde ama boş bulunmuştum. ve pek tabii sohbet etmeye can atan amcam ilk fırsatta köşeye kıstırdı beni. "sonbahar belli etmeye başladı kendini." "gelsin gelsin.." dedim, "niye gelsin?" dedi, "iyidir sonbahar" dedim. ne kadar boş konuşursam o kadar çabuk sonlanır sanıyordum sohbet, yanıldığımı anlamam epey vaktimi aldı. boş boş konuşarak ilerliyorduk. "bütün taksi şoförleri birbirine mi benziyor?" gibi hiçbir sosyal sorunu gün ışığına çıkarmayacak bir tez ile meşgulken aklım, geldik. ben epey geç kalmıştım. fatma acıkmış ve sıkılmıştı sanırım. ama birden bana seslenildiğini duydum ama fatma etrafta yoktu, sadece son hızla bir kestane zıplayarak üzerime geliyordu.. fatma çok güzel kestane sektirir. neyse, hemen köfteciye gittik. epey oturduk. ne çok konuştuk. öyle çok ki; kovulduk.. bilen bilir orası çok meşhurdur ve yine bilen bilir çok müşterisi vardır ve yeri kısıtlıdır. birden yanımızda bir garson ve iki teyze belirdi. garson teyzelere "buraya oturabilirsiniz, kalkıyor hanımfendiler" dedi. çok utandım. kalktık. yürüdük, pek çok kestane toplayıp sektirdik. hayatın içine bir buse kondurduğu biri fatma. öyle ışıl ışıl.. her neyse..

dönüş yolunda, ki 6 gibi ayrıldık, yine dehşet, evet kelimenin tam anlamıyla dehşet bir trafik vardı. eminönüne yürüdüm, cağaloğlunu özlemiştim. öğrencilikten sonra gitmiyor insan. her neyse, yine o köşedeki kitapçıya girdim. elimi kolumu doldurdum. "üyelik kartı var mı?" dedi. birden saçma sapan bir sevinç yerleşti yüzüme. o "çocukluğumda uçan balona tutununca ben de uçarım" hissi.. o, evet hayat bazen kaldığı yerden devam edebilir düşüncesi.. görüyorsunuz ya, bir üyelik kartı var mı sorusuyla dağılan biriydim. dağılmak işte, flashback ve flashforword yapmak aynı anda. cüzdanımın derinliklerinden bana indirim sağlayacak o kartı buldum. sonra başka kitapçı, başka bilmemneci derken indim cağaloğlundan aşağı. ali muhiddin haci bekir'in vitrinini görünce dayanamadım. ben ne iflâh olmaz şekerlemeciydim. lokum aldım yine.. fındıklı ve fıstıklı karışık. ben çok sevrim lokumu. ve trafik.. adım adım ilerledi. ama ben artık akmerkezin önünde indim arabadan.. karşıya geçtim.. elim kolum torba dolu. pazardan dönen kadınlar gibiydim. ama annem pazar dönüşü birleştirirdi poşetleri. ben niye yapamadım? noel baba gibi yürüdüm caddede. hepsini kucakladığım torbalarla, ev yolu giderek uzuyordu. parlak ve dar caddesinde etilerin hepsi birbirine benzeyen kızlar hepsi birbirine benzeyen oğlanlarla gülüşüyorlar ama çoğunlukla neye gülüştüklerini bilmiyorlardı. bense, aralarından lokumlarımı açıp yiyemediğim için yersiz bir hırsla küçük adımlarla geçiyordum. farketmiyorlardı elbette beni. telefonum çalıyordu. kimseye "afedersiniz telefonum çalıyor ama çantamı açabilecek durumda değilim yardımcı olur musunuz?" diyemediğim için sekiz olmuş vaziyette açtım telefonu. annem. "nerde kaldın? saat 9'u geçiyor".. tam cevap verecektim şarjım bitti. ne iyi oldu. eve geldim. gelip uzanacak, lokumlarımı yuvarlayıp kitaplarıma bakınacaktım. hiçbir şey sandığım gibi olmadı. annem o telaşlı sesiyle "hadi, hemen çıkıyoruz, ya böyle gel, ama yok deiştir üstünü.." daha ben "nereye" demeden.. "baban gelmiyor, gitmezsek çok ayıp olur, bilmemne lokantasına. düğüne" .. bende ciddi bir sızlanma.. "anne bacağımı kaldıramıyorum. nütfeeeeeen.. ya baba.." yanlış kişiden medet ummak budur.. "çok gezmeseydin sen de, hadi çabuk gidin çabuk dönün.." ve evet tüm yorgunluğum ve lokum hasretimle soluğu odamda aldım. annem kapının ordan hadileye dursun ben hayatim-ne-kadar-sade-giyinirsen-güzelliğin-o-kadar-göze-çarpıyor kıyafetimle ve takıştırdığım ilk küpeyle söz dinledim. ama ayağım ayakkabıya zor girdi. ve arabada annemi, "anne açım!", "orda yemem!", "anne bak fırın!" ünlemleriyle beni taşıdığına pişman etmeye çalıştım. ve lokantaya elimde poğaçayla girdim. hayır hiç utanmadım ama annem beni bir süre tanımadı. çocukluğumda benle kafa bulan ahmet abiyi gördüm. annemin kuzeni miydi neydi? evlenmiş. bir süre sonra anneme kaş göz yapmaya başladım ve annem de açıkça benim sıkıntımı afişe etti ve böylece çıktık. yolda şarkılardan fal tutuyordum. pixies'in hey'i çaldı. yüksek sesle söylemeye başladım, tüm yorgunluğumla.

"hey been trying to meet you hey must be a devil between us or whores in my head whores at my door whores in my bed but hey where have you been if you go I will surely die..." yazılmış en iyi aşk şarkılarındandır. sokak çocukları gibidir, eli kirli, ağzı bozuk, öfkeli, kırgın..

her neyse.. bir günü böyle yorgun ve aşık; yenik ve lokuma hasret noktaladım.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

başlıksız olmaz, taş yağarken başımıza...

ali o.

Adsız dedi ki...

su yazdigin deneme, siradan insanlar,siradan mekanlar ,siradan yasamlar uzerine kurulu olsada siradanligin en yalin, en cicekli, en siradisi haliydi okudugum..
yazilarini okurken su his uyaniyo insanda..sanki annen benim annem ,sanki o taksiciyle bende karsilastim ,sanki o lokumcu bizim lokumcu ,sanki o fatma benim...yani bu kadar yakinlik uyandiriyor yazilarin..zevkle okudum..eline saglik..