Perşembe, Eylül 01, 2005

oksijen kafa yapar

Ben bazı sebeplerden talihsiz biri sayılırım. Bu sabah bunu bir kez daha anladım. Aslında dün de anlamıştım ama ısrarcı olduğum için olmayan şansımı bugün de denemek istedim. Çuvalladım tabii. Dün benim dişlerime tel takıldı. Gerek yoktu bence ama annemler ilerde pişman olmamam için takmamın iyi olacağını söyledi. Benim için bu, yani “ilerde pişman olmamak için” söz topluluğu anahtardır. Tüm kapılarımı açar. Çünkü hep pişman olmamak için bir şeyler yapar ama nasıl olursa her daim pişman olmayı yine beceririm. İşte yine öyle bir şey oldu. Dün takılır takılmaz pişman oldum. Zaten doktorumun, öyle sinir bir asistanı var ki.. Soyadı muhtemelen nemrut. Biricik nemrut. Dün dişime tel takarken bu biricik, ben şeffaf tel istedim, yok olmaz o senin dişine dedi. Sonra ben o dişçi koltuğunda matrix’e bağlanmayı umdum. Burada ona hükmedemediğim için hiç değilse matrix’te şartlar eşit olabilir dedim içimden. Öyle bir şey olmadı değerli okurum. Ne ben matrix’e bağlandım, ne de biricik nemrut bana tel takmaktan caydı. Ben küçük adımlarım ve kocaman memnuniyetsizliğimle saint michel’in karşısındaki bu eski apartmanı terkettim. Yanımda anneme yamayamadığım ufak kardeşim.. “bak git ben dolanıcam biraz.. geç dönücem eve.. takılma bana.. yaaa anne şuna bir şey de..” olmadı tabii. Yanımda bitti. Ayağındaki galoşları çıkartmayarak ilk köşe başında el açıp dilenecekmişiz havası verdi bütün gün. Ve hatta acıktım acıktım nidalarıyla soluğu pizzacıda aldırdı. Benden çok yedi.. bense tellerimden utanmaktan ve ayaklarında masmavi galoşlarla arz-ı endam eden kardeşimi beyoğlu sahaflarında gezdirmekten yorulmamıştım ki, onun pili bitti. Eve geldik. Ben de sonunda nemrut suratlı oluvermiştim. Galiba bulaşıcıydı. Nemrut nemrut oturuyordum. İstiyordum ki, “o kadar da kötü olmadı” vs densin.. bunun yerine canım diğer kardeşim “ bak zaten küçük gösteriyordun şimdi daha da küçük oldun..” şalterlerim attı. “Değiştireceğim bunu” dedim anneme, “Ya da çıkartacağım”. Her neyse, bu sabah soluğu diş doktorunda almıştım ki asansörün düğmesine basmadan kapısı açıldı. Bir baktım sonra bir daha.. bu bizim nemrut biricik’iğimizden başkası değildi.. sadece önlüksüz olduğu için zor seçiliyordu. Şaşkın şaşkın baktı yüzüme. “telimde problem var” dedim. Rengi attı. “aradınız mı, randevu aldınız mı” gibi bir dolu soru sordu. “hayır” dedim. “telim dün çıktı da” –cidden çıkmıştı, özden telefondaydı hatta, söylesene özden, desene- .. “bir dahaki sefere arayın olur mu? Bakın doktor bey tatile gitti. Ayın onikisinde dönecek ben de tam çıkıyordum” dedi. Yere baktım. Biri duymak istemediğim bir şey derse ben hep yere bakarım. Yatırdı beni yine o koltuğa. Baktı. “bir şey yok” dedi. “var” dedim. “şey .. ben telimi değiştirmek istiyordum. Şeffaf olandan takabilir miyiz bana?”.. durakladı. Doktor bey gelince hallederiz” dedi. Ben hemen hallolsun istiyordum. Sinir oldum. Çıktım. Yine o memnuniyetsizliğimle.. bulduğum ilk dilek-şikayet kutusuna onun adını büyük harflerle yazmak istedim. Hiç karşıma çıkmadı. Daha da demlendi sinirim. Öfke hep daha çoğuna gebe olduğu için sanırım ayakkabım vurdu. Sağ ayağımı. Metrocity’ye gittim. Ayakkabıyı aldığım mağazaya girdim. Ayakkabının vurduğunu söyledim. Aldı pabucu, ben de bir yere oturdum. Teki çıplak ayağımla. Neyse, teşekkür edip ayrıldım ama hala vurduğunu söyleyemedim adama. Başka ayakkabıcıya girdim. Yeni bir çift beğendim. “Güzel oldu” dedi adam. “Almazsam pişman olur muyum?” dedim. Zor bir gün geçiriyordum, adam bunu bilemezdi. Gülümsedi. Ben ağlakken karşımdakinin gülümsemesi beni daha da çok üzer aslında. Yine öyle oldu. “ayağımda kalabilir mi? Diğeri vurdu da” dedim. “tabii” dedi. Altından etiketini söktü. Ben biraz sakinleştim. Dışarı çıktım. Varsa öyle bir şey, temiz hava aldım. Oksijen kafa yapar çünkü.

Hiç yorum yok: