Cumartesi, Ekim 29, 2005

tazı kovala

yaşlandıkça daha çok sahipleniyorum tavşanımı sanırım. hatta yiğenim geldiğinde ödünç bile olsa pek veremiyorum. alıp götürecekmiş gibi sıkı sıkı sarılıyor, sahiplenmiş gibi. ama bir gece elif bizdeyken ve canı çok sıkkınken ve geç vakit ayrılacakken, gözleri de buğulanmışken ödünç vermiştim ona. evet. "bununla uyu bu gece, iyi gelir" demiştim. hiç sormadım sonra, sahi, iyi geldi mi elif? bir ara da sık sık boynundaki kurdelesiyle uğraşmıştım. çeşitli ruh hallerime çeşitli kurdeleler yamalamıştım. ama içlerinde en güzel ve en yakışan bu siyah olduğu için sanırım, ruh halimi de kurdeleyi de sabitledim. siyah bize çok yakışıyor, mübalağa yok. belki ona biraz daha çok. neyse. adı olmayan cinsiyetsiz tavşanım hakkında daha başka şeyler anlatmalıydım ama n'aptım, rengi bozuk bir teletubby gibi ona ne renk yakışıyor bana hangi yalnızlık kurdele takıyor gibi saçma sapan ve anlamsız şeyler geveledim. gün ışımadan aklım ışımıyor galiba. mesela diyebilirdim ki, çocukken ağladığımda, gözlerimi sımsıkı yumardım. sarfiyat az olsun diye sanırım. gözümü açtığımda tavşanımı yanımda bulurdum. annem bir teselli armağanına çevirmişti bunu. her canım istediğinde değil de, boyum kadar yalnızlığımla başedemediğimde kucaklardım tavşanımı. -o sıralar orjinal kurdelesi, üzerindeki kalplerle fiyonk bir makarnadan daha yiyilesiydi.- çocukluğum bekleme odalarında geçtiğinden sanırım, ben hep çok sık yalnızladım. aramızdaki bağ bu nedenle kuvvetlenmiş olabilir. aşı olmak için beklenen odalar, iğne olmak için beklenen odalar, damaklık için beklenen odalar -hala daha bekliyorum o odada-, kaybolduğumda bulunmak için beklediğim odalar.. bir zeki demirkubuz filminin ilhamıyım ben. evet. canım istediğinde terk edemem, beklerim. acıktığımda, susadığımda, sevdiğimde, sevmediğimde.. ben her koşulda bir bekleme odası nezaketiyle beklerim. çaylar kahveler içer, günü geçmiş dergilerde gezinirim. şikayet edemeyecek kadar demlendiririm sukunetimi. ben galiba çocukken yaşlandım. şimdi dilediğim kadar beyazlasa da saçlarım, daha fazla yaşlanamam sanırım. ve sanırım bu sebeple bütün doğum günlerini -elbette kendiminki dahil- vaktinden erken bulurum. bütün randevular gibi, ne kadar erken gidilirse gidilsin beklemek gibi.. ben sanki yine lafımın başını sonuna bağlayamadım..

.

tavşanımı anlatmaya kararlıydım ama yine lafı uzattıkça uzattım ve arada benim için çok önemli olan bir doğum gününü unuttum. böyle şeyler mazaret gerektirmediği gibi özürle de telafi olmaz. diyeceğim o ki; seni sevmem doğum gününü hatırlamamla yahut 1 ay öncesiyle karıştırmamla, ya da hiç hatırlamamamla ölçülmemeli. hmm? çünkü hafıza ölümlüyken güzel. (gerçi o derece yitirmedim sanırım ama bir kaç kıskaç, bir kaç da post-it lazım unutkan aklıma) seviyorum seni, yetmezse dünyayı tersine iki tur çevirir, yine kutlarım doğum gününü? anlaştık mı?

1 yorum:

Adsız dedi ki...

çikolatalı pasta çok süperdi, bu ne bambaşka lezzettir tanrım, kesinlikle bu tadda olmalıydı bir pasta, yapabilseydi eğer; hele de o turuncu ve pembe mumlar? bu yağmur damlalarında içimi ısıttılar...

saygılar,

a.
200510290734