Pazar, Ekim 02, 2005

amin

herkesin annesi böyle değildir sanıyorum. benimkinin en büyük hobilerinden biri güvenlik görevlilerini beslemek. bu işi de genelde bana yaptırır. güvenlik görevlisi, bekçi, bahçıvan.. ben de iyilikten ve incelikten yanayım elbette ama bu işi her gün; hatta gece de yapmamız şart mı? yine böyle bir şey oldu. "lulacım; -elbette burada adımı telaffuz ediyor ama ismimi bir sır gibi sakladığım için söyleyemiyorum size- görevlilere meyve götürür müsün hazırlasam?" "götüremem anne; canım sıkkın, meyveyi bana hazırlasan olmaz mı?" "hadi hadi, üstüne birşey giy gel."."akşam akşam adamları rahatsız etmenin ne alemi var anne ya? hem canları meyve istemiyodur belki.." "çay mı hazırlayayım?"... gördüğünüz üzere pes etmez annem. illa ki yedirecek, ısrarkeş. "peki peki" dedim. benimse pes etmek doğamda var. gittim. "bunu annem yolladı" dedim. "bir maniniz yoksa yiyiverin" de diyecektim vazgeçtim. teşekkür edip, geçen gece getirdiğim tabağı iade ettiler. aldım tabağı; turgut uyar'ın şimdi hatırlamadığım isimdeki şiirindeki gibi yürüdüm. eve geldim. ıhlamurum soğumuş izlediğim şey her neydi ise bitmişti. ama vazife kutsaldı. o yüzden canımı sıkmadım. izlediğim şeyin ne olduğunu hatırlayıp bittiğine sevindim zira canımı sıkmada yardımcı roldeydi. umutsuz ev kadınları mıydı neydi? rastladığım kısmında içlerinde en güzel olan kızıl kadın, eteğini giymeyi unutmuş olan sarışına "ben kocamı aldatmıyorum, böyle bir şey düşünmeyesin" uyarısında bulunuyordu. "sadece onunla hayallerimi ve en özel düşüncelerimi paylaşıyorum" diyordu. sarışın olan da kendinden beklenmeyecek bir zeka parıltısıyla; "bu da aldatmak sayılmaz mı?" gibi bir şey diyordu. kızıl da aynen benim gibi şaşırmış ve hak vermiş şekilde ayrılıyordu yanından kadının. evet sanırım canımı sıkan umutsuz dedikleri ev hanımlarının umuttan ne anladığı ya da anlamdığıydı. hele kocasının iş arkadaşını tehdit olarak görene ne demeliydi? işte o hakkaten umutsuzdu. ağladı ağlayacak, uzun uzun sevilmek isteyen ama kocasını baştan çıkarması neredeyse imkansız hale gelmiş, kocasının ona ilgisi ise karneye bağlanmış olan.. ona biraz acıdım, yalan yok. o da bana acırdı görseydi. elimde koca bir fincan ıhlamur, hırkama gömülmüş, eşofmanımı çorabımın içine sokmuş.. üşümek bende ruhsal bir çöküntüden meydana geliyor. yazın da tir tir titremiş biri olduğumdan, bu böyle. her neyse. umutsuzdum sanki ve hatta kızıl bile değildim, daha bile umutusuzdum bu sebeple. hiç de kızıl olamayacaktım. avrupa birliğine girsek bile benim yüzümde çiller olmayacaktı. hangi kızıla boyasam saçlarımı çilsiz ve sahte olacaktım. böyle düşüncelerle camdan baktım, "yiyorlar mı acaba götürdüğüm meyveleri?" diye düşünerek.. ve adamın, görevlilerden birinin kekeme olduğunu hatırladım. ilgisizliğim bu ayrıntıyı ancak şimdi hatırlamama olanak verdiği için, teşekkür ederken kekelediğini, biraz buruk, biraz da ben kendim daha burkulmuş biriyim düşüncesiyle hatırladım. onun adına sevindim. güç ve kuvvet ve uyanıklık diledim onun için Allah'tan.

amin.



Hiç yorum yok: