Perşembe, Aralık 28, 2006
fil
Cumartesi, Aralık 23, 2006
Cuma, Aralık 08, 2006
o kim?
- ah naber?
- iyilik senden?
- gastedeyim işte hâlâ, çok sıkılıyorum. senin nasıl gidiyor okul?
- eh, sınavlara giriyorum işte..
- hayat nasıl gidiyor peki?
- o kim tanımıyorum..
Salı, Aralık 05, 2006
Cumartesi, Aralık 02, 2006
tokat
bu sabah metroda tuhaf bir şey oldu. ben oturuyordum, yanımdaki kadın ve ufak çocuğu da durakta inmek için ayağa kalktı. ani frenle sarsılınca çocuk, yere düşmesin diye tuttum onu. dengesini sağlayınca bana tokat attı. gülümseyip diğer yanağımı uzattım. o bir şey anlamadı, annesi de sanırım. yine de çocuğu adına özür diledi kadın. önemli değil dedim, yine, gülümseyerek... Çarşamba, Kasım 29, 2006
Cuma, Kasım 24, 2006
nar
Salı, Kasım 21, 2006
Cuma, Kasım 10, 2006
Cumartesi, Kasım 04, 2006
Çarşamba, Kasım 01, 2006
unufak
back in coma
Cuma, Ekim 27, 2006
Perşembe, Ekim 26, 2006
yol
Perşembe, Ekim 19, 2006
Çarşamba, Ekim 18, 2006
today she took a train to the west
Çarşamba, Ekim 11, 2006
gönül
Pazartesi, Ekim 09, 2006
hafifletici nedenler
zeze: ağlarız"
çünkü sen bana gülmüştün, yıldızlara inanıyorum diye. umut bağlıyorum diye.
çünkü ağlıyordu, nasıl ağlıyordu bilemezsin.
çünkü öyle zamanlarda küçük yüzü öyle çirkin ve ateşli, burnu öyle sümüklü, gözleri öyle kızarık görünüyordu ki.
çünkü bu yönü annesindendi, senden değil. çünkü onu böyle bir utançtan kurtarmak istedim.
çünkü seni hatırlatıyordu, baba demeyi biliyordu.
çünkü televizyonda birini gösterip soruyordu, baba?
çünkü bu yaz bitmek bilmiyordu, hiç yağmur yağmıyordu. geceleri şimşekler çakıyor, gök gürlemiyordu.
çünkü bana verdikleri uyku hapları unla tebeşir tozundan yapılmaydı, bundan eminim.
çünkü seni gözlerinin mum alevi gibi gezindiği o ilk anda senin beni sevdiğinden çok sevdim.
çünkü bunu daha bilmiyordum; evet biliyordum ama düşünmemeye çalışıyordum.
çünkü bunda utanılacak bir şey olduğunu seziyordum. beni yeterince sevmeyeceğini bile bile seni sevmekte.
çünkü iş başvurularıma yazım hataları yüzünden gülüyor, ben çıkar çıkmaz yırtıp atıyorlar.
çünkü niteliklerimi sıralayınca bana inanmayacaklar.
…
çünkü ben onun anne olmasını istemedim, o güçlü baba olmasını istedim.
çünkü elimdeki bu havlu bunun nasıl olması gerektiğine karar verdiğimde de elimdeydi.
çünkü çekler bana avukatının bürosundan geliyordu, senden değil.
çünkü zarfları parmaklarım titreyerek gözlerimde ümit dolu bir bakışla açarken kendimi kendi gözümde öyle alçalmış görüyordum ki her keresinde.
çünkü o bu utancın tanığıydı, görüyordu.
çünkü daha iki yaşında bunları anlayamayacağını düşünüyordum. çünkü yine de anlıyordu.
çünkü doğum tarihi bir işaretti, balık burcunun tam ortasıydı.
çünkü belli yönlerden babasıydı, gözlerdeki beni delip geçen, beni alaya alan o bilge bakış.
çünkü bir gün o da senin güldüğün gibi gülecekti.
…
çünkü altı gündür çok kanamam var, üç dört gün daha süreceğe benziyor. çünkü tuvalette ellerim titreyerek tuvalet kağıdından tamponlarla kanı durdurmaya çalışırken hiç kanaması olmayan seni düşünüyorum.
çünkü ben gururlu bir kadınım, senin yardımına gereksinim duymuyorum.
çünkü ben iyi bir anne değilim. çünkü ben çok yorgunum.
çünkü gün boyunca toprağı kazan ağaçları kesen makinelerin gece boyunca da böceklerin sesi işkence gibi geliyor.
çünkü uyku yok.
çünkü son aylarda benimle yatıyor olsaydı rahat uyuyacaktı.
çünkü inlemişti, anne!- anne yapma! diye.
çünkü hiç nedensiz benden korkmuştu.
…
çünkü hiç direnmedi. direnmeye kalktığındaysa çok geçti.
çünkü ellerim yanmasın diye plastik eldiven takmıştım. çünkü telaşlanmamam gerektiğini biliyordum ve telaşlanmadım.
çünkü onu seviyordum. çünkü sevgi çok acı verir.
çünkü sana bunları anlatmak istedim. işte hepsi bu."
Cumartesi, Ekim 07, 2006
Çarşamba, Ekim 04, 2006
apologies to the queen mary
Pazartesi, Ekim 02, 2006
banal
sevgili: her zaman güzel yerlere mi gitmek gerek sevgiliyle?
sevgi: evet
sevgili: ama sevgilinin yanı zaten en güzel yer :)
sevgi: lulaaa, ne dicem?
ben: ne o öyle? çok banalsın de.
sevgi sevgiliye: çok banalsın.
sonra sohbet kesildi bir yerde. sevgi bunun biraz benim suçum olduğunu söyledi. kabalık etmiş banalsın diyerek. o da 14’lük ergen romantizmi yapmasın sana sevgi.. neyse, geçelim..
Perşembe, Eylül 28, 2006
152
mükremin'le sabah keyfi
uyanamadım. böylece işe geç kaldım. babam ben bırakırım dedi. aşağı indim, kapının önüne. baktım mükremin uzaktan kırıtarak geliyor, belli ki canı oyun istiyor.. ben de pek ses etmedim. başladı beni baştan çıkarmaya. ayağıma ayağıma sürtünüyor namussuz. ben git dedikçe yanaşıyor. bak mükremin sevip okşayamam şimdi seni diyorum, dinlemiyor. baktım vazgeçmiyor, birkaç manevrayla gönlünü alayım dedim. iki sağ bir sol yaptım ayağımla. o da neşeden yarılarak oynuyordu, ama ne olduysa leyla'nın camdan bana seslenmesiyle oldu. ne var diye başımı kaldırınca mükremin ayağıma, can acıtmayan ama iç burkan bir hamleyle karşılık verdi. işte böyle oldu sevgili okurum. sonra bütün gün o çorapla dolandım. giderek büyüdü kaçığı.. pek belli olmuyor sanıyordum ama sevgi yine yapacağını yaptı ve "niye çıkarıp atmıyorsun şunu?" demeyi başardı. böyle anlaşıyoruz biz sevgiyle.. hafif yollu kızarak birbirimize.. Pazar, Eylül 24, 2006
Cumartesi, Eylül 23, 2006
48
Perşembe, Eylül 21, 2006
eksik etek
Salı, Eylül 19, 2006
m.
Pazartesi, Eylül 18, 2006
de(li)lik
Pazar, Eylül 17, 2006
üzgünüm
Cuma, Eylül 15, 2006
hayat berbat
gel bu eli saymayalım..
Çarşamba, Eylül 13, 2006
Pazartesi, Eylül 11, 2006
kaldırım
biri diğerini severse
sonra seni seviyorum dedi kadın, gülümseyerek...
Çarşamba, Eylül 06, 2006
Pazartesi, Eylül 04, 2006
ters köşe
Cumartesi, Eylül 02, 2006
Cuma, Eylül 01, 2006
istasyon
Perşembe, Ağustos 31, 2006
Perşembe, Ağustos 24, 2006
Çarşamba, Ağustos 23, 2006
alınıyorum
Cuma, Ağustos 18, 2006
chaplin o
eric cartman
Perşembe, Ağustos 17, 2006
birbirimizi mezun edelim
e)llerin de bembeyaz
şuradan çıkıp gidince ilk yaz"
Pazartesi, Ağustos 14, 2006
emir kipi
yüklemi cümlenin sonuna getirmeye özen göster bir de.
betimleme
Çarşamba, Ağustos 09, 2006
Salı, Ağustos 08, 2006
sevimsiz bir deneme
tiyorum. kendime karşı acımasız olabilirim ama acınası değilim. yo hayır sevimli de değilim. ne olduğumu düşünüyor cemil, bulunca bildirecek. sevimliden kastımı biliyorsunuz. hani şu iki lafından biri “bebeğim” olanlar. naylon bir sempati, suni teneffüs eden cümle araları, bitse de gitsek diyen bir iç ses… sevimli değilim. annem birini sevdiğinde “yüzünde bir sevim” var der, ama nasılsa benim yüzümde o sevimden eser yok. benim yüzümde suratıma zor sığan gözlerim ve onların kafası karışık bakışları var. yüzünde göz izi var, sana kim baktı yarim? gelişigüzel yazdığım cümlelerde derin anlamlar arayanlar var. onlara emniyet şeridinde beklemelerini salık veriyorum. yeterince sabredebilirlerse bekledikleri anlam kendilerini bulacak, sımsıkı sarılacak, bir ömür boyu da yakalarından düşmeyecektir. oysa soldan son sürat giden okur, ilk sapakta aradığı anlamı ezecektir. şimdi ortada bir ölü var, ya okur ya ben. bende geçici körlük var ama, mahkemeye çıksam inanırlar. okur böyle numaralar yapamaz. okur okuduğundan mesuldür. şimdi, ortada iki ölü var, hem o hem ben. cenaze namazımda kadınlar saf tutmasın lütfen. duygu asena da hata yapabilir. ve feminizm, daha evvel de değindiğim gibi daha çok kadınla yatmak isteyen bir adamın tesellisidir. Cumartesi, Ağustos 05, 2006
deniz
deniz'in kahverengi gözleri var. koyu kestane de saçları. güldüğünde herkesten farklı bir kahkahası, ağladığında herkesinkinden vakarlı gözyaşları var. topuklu pabuç giymiyor. rengarenk adidasları var. nike kullanmıyor. (bu fotoğraf beni yalancı çıkardı.) pek çok saati var, hepsi birbirine benziyor ama hiçbiri ayın kaçı olduğunu söylemiyor. yine de zamanla bir problemi var. akşamları da sabahları da sevmiyor. bir de beyaz çikolata seviyor. ben hiç sevmem dediğimde de tadına bakayım diye magnumunu uzatıyor. bebek'te oturuyor. aramızda bir yokuş var deyince ben, bir pazar beraber bir şeyler yapalım diyor. ama o pazar hiç gelmiyor. kırmızı gözlü bir pengueni var. hep onu seviyor. ara ara sandalyesini kaydırıp yamacıma geliyor, saçını okşayıp burnunu öpüyorum. gün içersinde bu 8-10 defa tekrarlanıyor. benim çektiğim fotoğraflarını seviyor. hep böyle bir tuhaf oturuyor. bazen heyecanla sandalyesini çekince yere düşüyor. bana hiç kızmıyor. gülümsüyor, ben çekmeyeyim diye sandalyesine not düşüyor. kakul yapayım mı sana diyorum, olur diyor. saçını kesiyorum, çok tarz oldu diyor. gazeteyi çekilir kılıyor bunu kendi bile bilmiyor.Perşembe, Ağustos 03, 2006
fragman
Salı, Ağustos 01, 2006
Pazartesi, Temmuz 31, 2006
rüya
iyi ol lula olur mu?"
Cumartesi, Temmuz 29, 2006
Cuma, Temmuz 28, 2006
Çarşamba, Temmuz 26, 2006
the bell jar
10:33
birini sevmeye önce burnundan başlıyorum.
12:35
birinden nefret etmeye önce ayaklarından başlıyorum.
12:41
ofiste, masa başında sıkılıyorum. pabuçlarımı çıkarıyorum. bazen bağdaş kuruyorum bazen kurmuyorum. sıkılınca beni rahat bıraksınlar istiyorum.
(bağdaş kuranlara burda iyi bakmıyorlar.)
13:41
ingilizce yapılmış bir röportajın deşifresi türkçe yapılmış bir röportajın deşifresinden daha sıkıcı ve uzun sürüyor.
13:67 (ne demek bu diye bakmayın, o demek işte)
tatildeki mesai arkadaşımın benim yoğun ısrarlarımla attığı kart geldi. şöyle demiş: "aaa, hadi çok oyalandın. artık haber yaz, sonra sıkılacaksın yetiştiremiyorum diye.." nasıl da bilmiş. tatilde olmayan mesai arkadaşlarıma sesli olarak okudum kartı. güldüler. "bana sıkıntı bastığını nasıl da bilmiş, di mi?" dedim. "sana her daim aşk bassın.." dedi s. "amin" dedim, hem içimden hem dışımdan. çikolata ısmarlayayım mı sana? diyerek geldi ö. ı ıh. haberi yetiştireceğim.
14:39
gorecki.
14:45
red bull'dan nefret ediyorum. öpüşen çiftlerden, magnum yediği halde ikram etmeyenlerden, kulaklık taktığım halde benle iletişim kurmaya çalışanlardan, iletişimin kendisinden, iletişememekten, q klavyenin on parmak kullanımına uygun olup olmadığı sorunsalından, gülben ergenden, küpe takmadığımda 'küpen nerde' sorusundan, "o kadar güzelsin ki sanat aşkı değil, aşkın sanatı sana daha uygun" cümlesinden, sanata ara vermiş olmaktan, kariyer için çocuk yapmayan kadınlardan, kariyerden, kar yağınca arabalarına zincir takanlardan... . . (liste uzuyor)
15:01
"i'll lose some sales and my boss won't be happy but i can't stop listening to the sound of two soft voices blended in perfection from the reels of this record that i've found every day there's a boy in the mirror asking me: what are you doing here? "
15:32
"bana bi üç vakit ver, öpmeye geleyim seni..."
17:04
red bull'dan hala nefret ediyorum ve hala magnum yemedim.
Cuma, Temmuz 21, 2006
sakin sakin..
Perşembe, Temmuz 20, 2006
sobe
…
beni sevmediği için kızgın olduğum herkesi affettim. dün oldu bu. yatağa uzanmış, uykuyla uyanıklık arasında düşünürken. sonra içim geçmiş. ama işte uyumadan önce, son yaptığım şey bu oldu, kızgınlıklarımı bertaraf etmek. tavşanı olduğum dağlara beyaz mendiller açmak… onların dahil olduğu anıları tıraşlamak. sonra; al sana pürüzsüz, ipek gibi bir hatıralar denizi. olmasın istiyorsan olmaz. düşmesin istiyorsan geriye koyarsın kül tablasını. koruyacak bir şeyin varsa korursun, öyle aleni de değil, gözüne sokmadan kimsenin. ama anılarım kamuya açık benim. olmasın istesem olmaz. içten içe istiyorum, bilinsin. belki halka mal olursa, hani 60 milyon okuyor ya beni, herkesle paylaşırsam yani, benim olmaktan çıkar, başkasının olur, başkasının acısıyla acılanmak da derinliksiz yaralar açar. çabuk iyileşen… iyileşmek için başkası olmalı, kendime uzaktan bakmalı, yeterince mesafe koyduğumda da sempatik bulmalıyım o yabancıyı. insan kendini böyle sever. uzaklaşınca.
oluyor. odanın karşısındayım. uzaklaşıyorum. göz kırpma mesafesinden el sallama mesafesine geçmeye hazırlanıyorum. gözüm üstümde. yavaş ve emin adımlar. koltuktayım. benlerimle oynuyor, birleştirirsem nereye varacağımı hesaplamaya çalışıyorum. tori amos söylüyorum ama dinlemiyorum. ben söylüyorum ben dinlemiyorum gibi oluyor. gözü başka yerde. ayak parmaklarıma bakıyor. ayaklarımı beğendiği geliyor aklıma. hayır ben değil, ben değil. ben de beğeneceğim ama yavaş yavaş. önce içimi sonra dışımı seveceğim. yeterince seratonin salgıladığımda bunların hiçbiri olmayacak. ben de aynadaki de bir olacağız. sevmek aklıma bile gelmeyecek. sevgi insanın aklına gelen bir şey değildir çünkü. sevgi insanın başına gelir. ı ıh ikisi aynı şey değil. anladığınız halde anlattırmayın bana. maymun etmeyin beni. rica ediyorum. rica mı? ne dersem o. ne? dersem: o… demediklerim de benim. dediğim ya da demediğim şeylerin bütünüyüm. söylersem söylediğim, söylemezsem söylemediğimim. canım isterse sonsuz konuşur, istemezse ölümüne susarım.
“çirkin olduğum için aynaya bakmazsam; güzelim”
rüyamda başka kadınları ayartan erkekleri sevmediğim gibi, sevdiğim adamları rüyasında ayartan kadınlardan da hoşlanmıyorum. bazen küme o kadar büyüyor ki kesişecek başka bir küme kalmıyor, hepsini kapsıyor. bir ben kalıyorum dışarıda, bir başıma. boşum, tüm boşluğumla yine de kümeyim diye avutuyorum kendimi. avunduk da ne oldu diyor içimdeki ses. ı ıh, soru işareti yok sonunda. o avunduk’a ne oldu bilmiyorum. decoder istiyor sayın okuyucu. anlamıyor değil ama anlamamazlıktan gelmede rakip tanımıyor. istediği decoderi vermiyorum. anlamsız olan bütünün parçaları da anlamsızdır diye bir şey yok. iki negatif toplanırsa daha negatif, çarpışırsa pozitif olur. ve aşk iç şüphe yok çarpışmadır. ters yönde aynı hızla giden iki araçtır sevenler. ilk ölen gazeteye sarılır. son ölen ebedir, başkasına çarpmak üzere yol alır.
…..
sincerely,
l.
(konuşurken de konuşmazken de çekilmiyorum.)
Çarşamba, Temmuz 19, 2006
Salı, Temmuz 18, 2006
Cumartesi, Temmuz 08, 2006
Çarşamba, Temmuz 05, 2006
lula izinli bu ara
ezi. yok eğer ben isterseymişim sağlık bakanını getirtirlermiş... annem yok iki gündür. yazlıkta kendisi. babamla kalıyoruz. ablam ben babam. hazır çorba, hazır yemek.. bu akşam gidelim biz de artık dedi babam. ben pek istemiyorum. şöyle ki, ordan nasıl gidip geleceğim işe? giderim de gelirim de ama işte saatler sürecek. vespam da yok hala.. yalnız sıkıcı insanlar sıkılırlar diyor içimden bir ses. sıkıcıyım ve sıkılıyorum. ve daha fazla hazır çorba içmesem diyorum... sonra sabahları gülümseyerek uyanmak istiyorum. cam açık yattığım halde terlemeden uyansam diyorum. sonra burcu esmersoy'un bir sarışın ne kadar akıllı olabilirse o kadar akıllı olduğunu düşünüyorum. güzel falan da bulmuyorum. en güzel sarışın marilyn monroe, bir de diğer bütün kadınlar o olmaya çalışıyorlar. evet böyle düşünüyorum. bir de yersiz bir sinir hakim bana bugünlerde, niye bilmiyorum. ne kendimi ne de başkasını seviyorum. bol su içiyorum ama. iyileşmek için. nemrut'ta güneşin doğuşunu izlediğim için teşekkür ediyorum Allah'a. şanslıyım diyorum içimden. ama keşke bütün fotoğraflarda üzerimdeki o aptal battaniyeyle çıkmasaydım, değil mi? ama üşürsün demişti telefonda elif, yok hayır o değil, urfalı olan. evet işte o demişti ki muhakkak üzerine ka
lın bir şey al. ama annemin hazırladığı valizde yoktu kalın bir şey. resepsiyona gittim, şal istedim. yok deyince adam ben de böyle durumlarda hazırol duruşuna geçen yavru kedi bakışımla "n'apıcam ben o halde? çok soğukmuş orası" dedim. acıdı mı bilmiyorum, "bize çaktırmadan battaniyelerimizden birini alabilirsiniz" dedi. öyle yaptım ben de. elimde otelin battaniyeleriyle iyi geceler diyerek çıktım otelden. sonrası bir roman... nemrut; güneş'in şımarttığı yer.. insanlara anlam veremedim. hepsinin elinde ya kamera ya fotoğraf mainesi ya da telefonları. hepsi bir ekrandan izliyordu güneşin doğuşunu. acıdım onlara. üşüyordum ama bir haysiyetim vardı. üşüyordum ama gözümü ayırmıyordum o iki dağın arasından. üşüyordum ama hissediyordum. neyse. kimin umrunda şimdi. hastayım ve kimseye geçmiyor nazım. Perşembe, Haziran 22, 2006
mavi ekran
- lulaaa, sevgilin yok ki senin!
- evet ama olsaydı kesin boksör bir rus olurdu!
- ?!?
kadraj
vapur. cat power. where is my love? where is my love? horses galoping, bring you to me. where is my love? where is my love? horses runnning free, carry you and me. where is my love? where is my love? safe and warm, so close to me. in my arms finally. there is my love. there is my love horses galloping, bringing you to me. where is my love? where is my love? terapi. uzun cümleler kurmayacaksak içelim bari. ben bir sek çay alayım önce. yok hayır limon istemiyorum. çayı zorla içenler kullanır limonu. ben evet, sek istiyorum. olmaz mı? eh peki. çalıştığım yerde sıkılıyorum bazen. sıkılmamak elde mi onu düşünüyorum. güzel fotoğraflar çektiğimi söylüyorlar. hayır fotoğrafçı değilim. amatör bile değilim. ama kadrajım iyiymiş. bakış açısı dedikleri bu belki. vapurda biri kız diğeri erkek iki çocuk koşuyordu. erkek olanın şapkası uçuyordu, kız yerden alıp veriyordu ona, tekrar düşsün diye kafasına takıyordu. bu böyle sürdü, vapur beşiktaş iskelesine yanaşana dek. sonra ben onlardan önce indim, şapkaya n'oldu bilmiyorum. ama vapurda başka şeyler vardı aklımda. ne olduklarını unuttum şimdi. önemli olduklarını söylemedim zaten; aklımda bir şeyler vardı dedim sadece. siz uydurdunuz onu az evvel. aslı tohumcu'nun kitabı vardı elimde ama okumuyordum. yeni almıştım, göz gezdiriyordum. başım ağrımasa keşke diye iç geçiriyordum. birinin pembe tişörtündeki scooby doo olmak istiyordum. neyse...Cumartesi, Haziran 17, 2006
ben bir başkasıdır
söz vermişti bu lula. aklını başına devşirmiş, devşirme akıllarla bir yere gelemeyeceğini kendi kendine kabul ettirmişti. öyle, dolapta ayağını içine sokmadığı 8 çift pabucu varken bir yenisini daha almayacaktı. iyi de gidiyordu aslında. alış veriş merkezlerini es geçiyor, cüzdanını fazla açmıyordu. ama ah bu iradesi zayıf lula! aklı yarım kalbi çeyrek lula! en ufak fırsatta herşeyi boş veren, siniri bozukken canı alışverişten başka bir şey istemeyen lula.. seni böyle kabul etmeyi denedik, olmadı be lula! sana yeni isimler, sıfatlar beğendik, içine sığmadın lula.. kısa paça pantalonlarla, "sex pistols konserinde gider" dedikleri, çingene pembesi ayakkabılarla olmaz bu iş lula.. sevdik seni, bağrımıza bastık ama efendi ol lula. kazandığından fazlasını harcayana iyi bakmazlar buralarda.. hem sana asılan o bacaksız var ya.. işte sussan daha iyi edersin ona. "prensip olarak 25 yaş altıyla flört etmiyorum."dan anlamaz o lula.. yapma.. sinirlenince susman kadar neşeliyken az konuşman da mühim aslında.. şımarmak sana yakışıyor dediler diye daha çok şımarma mesela. bir de öyle masana diğerleri gibi çiçek böcek yapıştırma. biliyorum yapıştırmadığını da testi kırıldıktan sonra söz kimin umrunda.. el yazını da unutma. o karakterdir, ele verir.. bilgisaray ekranına hapsolma.. bir de sıcakkanlı diyolar sana, oysa serin kanlılık daha fiyakalıdır; yaz bir kenara..Perşembe, Haziran 08, 2006
sara vs candy
"burçak beni sevmiyor" diyordu ah muhsin ünlü. konuyla ne ilgisi var demeyin, var çünkü. sizin bilmediğiniz ilgileri bilebilir ama anlatmama hakkımı saklı tutabilirim. ayrıca canım bazen beni sevmeyenleri listelemek isteyebilir. ama yakışmaz bana. ne de olsa fransız mürebbiyelerin büyüttüğü bir küçük hanım olarak ben, yerli ve yersiz olan şeyleri herkesten iyi bilirim. uluorta bağırıp küfretmez, dans edip şarkı söylemez ve hatta istesem bile sakız çiğnemesini beceremem. ben, evet, gerektiğinde 10 sara gücünde bir soylu, gerektiğinde 20 polyanna gücünde iyimserimdir. ama asla bir candy olmadım, asla. zira herkes bilir ki kendisi kaltaktır. Cuma, Haziran 02, 2006
olur mu olur
Perşembe, Haziran 01, 2006
dallarda kiraz geçmez bu yaz
Perşembe, Mayıs 25, 2006
ücretsiz havale
Cuma, Mayıs 12, 2006
Perşembe, Mayıs 11, 2006
etnik temizlik
zeynep abla var bizim bekçinin eşi, yazlıkta. yıllardan 99 sanırım, annem halıları verandaya taşımış zeynep'e geçerken soruyor: "hayrola zeynep, bahar temizliği mi?" zeynep abla tüm ciddiyetiyle cevaplıyor: "evet abla, etnik temizliğe giriştim.." işte o günden beri biz ne zaman köklü temizlik yapsak zeynep ablayı anar, etnik etnik düzenleriz evi.. ben de daha evvel bahsettiğim boya badana sonrası odama çeki düzen vermeye and içmiştim. and dediğin öyle bir dikişte içilmiyormuş anladım. 2 tam günümü aldı eşyaları yerleştirmek, katlamak, kaldırmak, giymediklerimi atmak... işte öncesi ve sonrası huzurlarınızda.. neler çıktı neler çekmecelerden.. yıllardır hangi akla hizmet atmadığım hatıramsı şeyler.. düşündüm taşındım hiçbir hatıra gelmedi aklıma.. üzerine not düşmediğim şeylere hatırat demeyeceğim bundan böyle.. annem hala yeterince "etnik" bir temizlik yapmadığımdan yakınsa da, odama bir dirlik, bir düzen, bir ferahlık hakim sayın okurlar. bir tek kitap konusunda anneme hak verebilirim.. şöyle ki, tavana değmeyebilirlerdi, daha yatay sıralayabilseydim ama beceremedim. artık böyle kabul edeceğiz odamı, yapacak bir şey yok.. odamdan çıkan şeyler demişken, evet odamdan çıkan ve sanırım geri dönüşüme uğrasa, bir gastenin tüm okurlarına yetebilecek kağıdı çıkarabilir nicelikteki ıvır zıvırın dışında, mesela babama aldığım çakmak... babam sigara içer ve fakat çakmak kullanmaz. bunu bildiğim halde çakmak alışıma gelince; benim için kullanır sanıyordum. ne aymazlık.. elbette kullanmadı, ama her fırsatta beğendiğini ve arabada taşıdığını söyledi. bir gün ama, kıyıda köşede görünce ele geçirdim.. hafif çaplı üzüldüm, biraz daha geniş çapta kızdım, verdiğim gibi geri aldım. ve sonra işte bir etnik temizlikte bulmak üzere odamın bir yerlerinde yitirdim. neyse, sıkıcı şeyler bunlar..
bugün giriş çıkışlarımı mümkün kılan o kartı kaybettim. gittiğim bir haberde düşürdüm sanıyorum, araçlardan çıkmadı çünkü.. onu yitirmenin beni bu kadar üzeceğini hiç bilmiyordum. niye üzüldüm onu da bilmiyorum ama ağlak bir ifade büründü yüzüme. ağlama dedi önder. ağlamıyordum ama hani böyle kaşları buruşur ya insanın ağlamaya yakın.. işte öyle gibi oldum.. amaaan neyse.. böyle ayrıntılar işte günlerimin içini kemiren.. sonra yine akşam, yine akşam yemeği.. yine sabah, yine apar topar çıkışlar.. ı ıh, şikayet etmiyorum, hiç hem de.. seviyorum işimi, her geçen gün biraz daha çok.. ve hepinizi kendini pikaçu sanıp camdan atlayan çocuklar gibi kucaklıyorum..
Çarşamba, Mayıs 03, 2006
lula: sevimsiz hayalet
Pazartesi, Mayıs 01, 2006
kediler köpekler birbirini döverler
Cumartesi, Nisan 29, 2006
domates kokusu
Pazar, Nisan 23, 2006
bugün öğrendiklerim
Cuma, Nisan 21, 2006
devran döner
Salı, Nisan 18, 2006
kolilenmis aksamlar
bunu çekip, ardından bana yollayan mesai arkadaşım önder hiç utanmadan bir de not düşmüş: "al, pabuçların.. diline benziyo" diye.. güle güle yazdı bunu. gördüm yazarken. eğleniyor benle. kızmıyorum ama. niyeyse gazetede pek evcimen pek uslu, yersiz derecede uysalım. pabuçlarımın farklı oluşuyla dalga geçenlere bile gülümseyerek "birini ter yüz ettim." gibisinden saçma ve sapsız cümleler sarfediyor, akşam olmadan pilimi bitiriyorum. bugün güzel bir gündü ama. şöyle ki, 3 habere gittim, tek başıma. (meali: stajyerlik sona eriyor.) akşam haberim taksim pera müzesindeydi. ordan çıkınca robinsona uğradım. vaktiyle ablamın katıldığı bir yaratıcı yazarlık semineri vardı. 3 ay falan sürüyordu her sezon. bir akşam ablam benim yazdığım (yani benim el yazım, yoksa ben yazmadım hikayeyi) yazıyla gidince çocuklardan biri sormuşmuş bu kimin yazısı diye. kardeşimin deyince ablam, amerikan koleji mezunu mu demiş o şahıs. ablam da, hayır ama resimle uğraşıyor, belki ondandır gibi, "böyle saçma soruya böyle saçma cevap" niteliğinde karşılık vermişmiş. işte lafı fazla uzatmadan, bu alık soruyu soran kişinin kitabı çıkmış. onu gördüm robinsonda. "bak sen.." dedim kendime, millet kitap çıkartıyor.. içini açınca kitabım olmadığına sevinsem de, yine de dönüş yolu bir hayli sıkıcı geçti. hiçbir sevinç kar etmedi. if09'un gece spor yapan gavurlar sınıflandırmasına giren birini gördüm mesela eve dönerken. ben, dilim dışarda, eve ulaşmak için adımlarımı sayarken adam var gücüyle koşuyordu. hayır hiç imrenmedim. aksine eve gitsem koltuğa gömülsem, bıkana dek kanalları değiştirsem, sonra uyuklasam, kalksam yatağıma güzelce yatsam... böyle gündüz düşleri işte kurduğum.. oysa eve gelince üstümü değiştirmeden yemek yiyorum, müzik dinliyorum, biraz kitap okuyayım diyorum, al sana sabaha beş var. böylelikle günlerimin gecesi olmuyor. hep bir sabah sendromu içersindeyim dostlar. eve geliyorum sabah, gazeteye gidiyorum sabah.. 'akşamlar'ı hangi koliye tıktılarsa açmalarını arz ediyorum. gerekli makamlara yazacağım şikayetimde imza yerine parmak izi kullanmakta da kararlıyım.insanın trajı ciddiye alınacak bir gazetede yazan,her ne kadar daha stajer aşamasında olsada,yazısını okuyup,olumlu veye olumsuz düşüncelerini aktarabileceği bir arkadaşı olması,öyle her zaman denk gelecek bir durum değil.Anlaşılan, mesai saatlerinin düzensizliği bir takım sorunlar yaratıyor ama eminim ki;müdürlerin senin mesai saatlerde özel bir ayarlama yapılabilecek kadar gelecek vaad eden bir gazeteci olduğunun farkındadırlar.
O yüzden sakın işini bırakmayı filan düşünme.hele ben daha ;yazılarını okuyup,işte ben bu yazıların sahibini tanıyorum demeden asla...."
Pazar, Nisan 16, 2006
the end
Cumartesi, Nisan 15, 2006
masal
Perşembe, Nisan 13, 2006
protokolektif
Cuma, Nisan 07, 2006
lula: kaldığı yerden..
Cumartesi, Nisan 01, 2006
bir bilseniz rengarenksiniz
rıdvan çekmiş bunu. yok hayır o rıdvan değil, gazeteden bu, foto muhabir. görünce dayanamadım. serinin tamamını istedim. yollayacak. balon fetişistiyim ben, en alengirlisinden.. burdan yayında emeği geçenlere teşekkür ediyorum, başta rıdvana sonra serbeste en son da şefe.. (haber müdürüm bir kaç gündür izinli, yoksa ilk teşekkür ona olurdu..) -hiç fotoğraf altı notuna benzemedi bu. büyüyünce benzer umarım..-Perşembe, Mart 30, 2006
tek rakibim kayahan
Çarşamba, Mart 29, 2006
bloody saturday için son söz
Cumartesi, Mart 25, 2006
istemek ve basarmak
beş buçuk. karnım ağrıyarak uyandım. hep o devil's food denilen pastanın yüzünden. bu sefer değil annemlere kendime bile yaranamadım. geçen sefer çilekli bir pasta almıştım boğaziçi pastanesinden. burun kıvırmıştı herkes. babam ertesi gün nispet yapar gibi en alasında bir çilekli pastayla gelmişti art cafe'den. içinde çilek tarlası var gibiydi. peki, demiştim, bir daha jest mest yok size. ama dün dayanamadım. bu sefer panexten çikolatadan mürekkep bu şeytan şeysini aldım. ama noldu? ben servisi hazır edinceye dek (eve 10'a doğru geldim zaten) herkesler uyumuş oldu. ablamla ben vardık sadece. bir de televizyondaki hitchcock filmi. berbat bir oyunculukla boğuluyordu çirkin ve sevimsiz kadınlar. ama katil çok daha çirkindi, sırf yüzden maktuller güzelmiş gibi görünüyordu. göz yanılsaması hepsi. güzel ya da çirkin yok zaten bence. kıyas var. istemsiz kıyas. misal içimizde böyle bir düşünce yok, ama gözün gördüğü her şeyi kıyaslıyor beyin. biri diğerinden daha kırmızıysa elmaların hep bu yüzden. biri daha güzelse kadınlardan yine bu yüzden. umutsuz ev kadınlarında, o kızıl olan bree olmasaydı, diğerleri de pekala güzel sayılabilirdi mesela. örnekler çoğaltılabilir. çoğalan örnek ne işe yarar bilemiyorum ama. bugün sempozyumdaydık. önder ve ayak bağı olarak ben. işi öğreneceğim ya sözde. sızmaktan başka bir şey beceremiyorum panellerde ve sempozyumlarda. bilmemkimi ayırma gözünün önünden diyor önder. ama benim göz kapaklarım kapanmaya meylediyor ilk fırsatta. uyanık olmam gerek. ne utanç verici. uyanık tutmaya çalışıyorum kendimi. not düşüyor önder defterime "uykun mu geldi?" diye. hiç gitmedi diyemiyorum. "gece bir türlü yatmadığımdan, sabahları kalkamıyorum, uykumu alamıyorum hiç.." oysa origamiden vakitler yapıyorum kendime. eve gelir gelmez uyumamak için.. dikiş dikiyorum örneğin. dün gece böyleydi. ama sabah diktiğim şey çok yabani göründü gözüme. böyle pokahantas gibi.. ne tuhaf; yatmadan evvel o kadar beğenmiştim halbuki, işe giderken giyerim gibi gelmişti. yanılmak ne sıkıcı. yanılmamak da sıkıcı belki ama en azından bir haysiyeti var. istedim ve başardım gibi. hırstan nefret ediyorum. körü körüne olanından. Bir süre sonra niye istediğini unutmaktan. hırslı biri değilim. olmadığım için nefret etmiyorum ama. başka sebepler. olduğundan küçük gösteriyor bir kere insanı. olmadığı kadar sevimsiz bir de. boş verin aslında. hırstan bahsetmek istemiyorum. düpedüz mutluyum bu ara. bundan bahsetmek istiyorum. dün hale aradı. üzgündü. teselli edebilme yeteneğim yok benim. hiç olmadı. ne zaman kendimi teselli etmeye yeltensem hep ağırlaştı vakam. daha beter oldum. daha umutsuz. ben kendi açığını en çabuk yakalayan insan olmalıyım. bir de en acımasız eleştiren. kendini sevmek için hep çok fazla didinen. haber müdürüm kendime haksızlık ettiğimi düşünüyor. öyle dedi birkaç sefer. belki de. bilmiyorum. düşünmüyorum da bunu. bugünü düşünüyorum. cumartesiler 36 saat olsun istiyorum. pankart açmak, manşet olmak istiyorum. istemek ve başarmak, ne tuhaf sözcükler. güzel güzel sigur rós dinliyorum. güzel güzel.. karnım ağrımıyor atık. müsade istiyorum. tüm başaramadığım isteklerden. 























